“Çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir”

29.03.2017 - 15:16, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:19 2357+ kez okundu.
 

“Çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir”

    ADANA- “Yaralarımız iyileşsin diye kanımızla ağzımızı çalkadığımız, çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir.” M.Gıyasi Aydemir Dördü şiir, biri öykü olmak üzere bugüne kadar beş kitabı yayınlandı M. Gıyasi Aydemir’in...  Aydemir ile şiiri, sanatı, sanatçıların bu ülkede layık oldukları yerde olup olmadığı ve sanatçının yerinin nerede olması gerektiğini konuştuk. İtiraf etmek gerekirse, sanattan ülke gündemine kadar bir çok konuda sorularımıza verdiği yanıtlarıyla karşımızda bir bilge bulduk. Belki de bu da bizim eksik yanımızdı.   Türkiye’de gerçek sanatçılar neden layık olduğu yerde değil? -Bütün kavramlar, değerler gibi “sanatçı” kavramı da bulanıklaştı ne yazık ki yurdumuzda, ölçülerle, ölçütlerle oynandı, hızla el değiştiren sermaye ve medya gibi sanatın her dalında da değerbilirlik yandaşlıkla, egemen çevrelerin sahiplenmesi, destek vermesi ile sınırlandı sanki. Bu yolla öne çıkarılan ya da var edilen sanatçılar var. Yazın dünyasında kitabı çok satılan, çok okunduklarının kanıtı mıdır bilinmez, yazar ve şairlerin arkalarında güçlü yayınevleri, tanıtım kampanyaları özcesi düzenin ve sermayenin gücü var. Kahramanlar yaratılıyor meşrebe uygun olarak, ünleniyor, değer buluyor. Bizlerin sanatçı ölçeğinde hak ettiği yeri söke söke alan insanlarımız elbette vardır her şeye rağmen. Ölçüsüz, ölçütsüz yahut koşullandırılmış çoğunluğun öncelediği değerlere, giderek artırılan cahilliğin her yerimize çöreklenişine, seviyesi dünya sıralamasında çok daha net görülebilen eğitim sistemimizin geldiği noktaya, kişi başına düşen kitap ya da gazete oranlarımıza, izlediğimiz sinema ve tiyatro sayısına, dolaştığımız resim, heykel sergisi sayısına veya bu alanlarda yapılan etkinliklere, etkinliklerin etki derecelerine bakıldığında durum daha iyi değerlendirilecektir. Gerçek sanatçılar elbette yok olup gitmeyecektir, bugün olmazsa bir gün hak ettikleri değeri mutlaka bulacaklardır. Kitaplarınız örneğin. Kaç kitabınız var ve ana tema nedir? Siz bir şair ve yazarsınız. Neden şiir ve neden yazmak?  -Şu ana kadar dördü şiir biri öykü olmak üzere beş kitabım yayımlandı. Pek çok yazar ve şair gibi benim de ana temam elbette insandır, insana ilişkin durumlardır. İnsanoğlu dünyadaki canlıların, suyun, toprağın, gökyüzünün, yeryüzünün, yeraltının özetle her şeyin kendisinin sınırsız kullanımına tahsis edildiğini düşünerek oburca, saygısızca tüketip kirletse de ben kuralı, ölçüsü dâhilinde her şey insan için diyenlerdenim, o yüzden doğayı da evreni de insana ekliyorum. Bunca acı, bunca savaş, bunca adaletsizlik, baskı, zulüm, açlık varken, birileri diğerlerini eze eze, haklarını gasp ede ede, canlarını ala ala saltanat sürerken diğerlerinin yokluk, yoksulluk, cehalet, eşitsizlik içinde yaşamaya mahkûm olmaları, yaşama hakkı bulamamalarına kayıtsız kalmak ancak tuzu kuru olanların, ezen ve sömüren durumdakilerin kayıtsız kalabileceği bir şeydir. Bireysel olarak aşklarımız, acılarımız, hüzünlerimiz, hasret ve hasletlerimiz, ülke olarak yaşadığımız zor zamanlar, güvenlikten adalete, sağlıktan fırsat eşitliğine ve gelir dağılımına, geçim derdinden gelişmişliğe sıralanabilecek pek çok konu, dünya ve insanlık olarak savaşlar, sömürü, açlık gibi başlıklar altında değerlendirilebilecek insana dair sıkıntılar varken yapabildiğimiz tek eylem yazmak.  Belki de Sait Faik merhumun dediği gibi “Yazmasam ölecektim!” Ya da Karacaoğlan’ın üç sözcükle belirttiği özdür düğüm: Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm. Neden şiir sorusuna yeni bir bölüm açmak gerekir. Hiç biri şiirin tam karşılığı olmayan binlerce, milyonlarca tanımının yanında bence ön plana çıkan yanlarından biri sağaltıcı özelliği. Üzerinde tezler hazırlanan, çalışılan bir konu. Geçenlerde -galiba Finlandiya’da- hastalara şiir dinletildiğine dair haberler duydum. Şiir kendimizi iyi htiğimiz bir zemin, sözcüklerin ve anlamların var ettiği büyülü bir evren.   Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerdeki sinema ve tiyatro salonları size göre neden parmakla gösterilecek kadar az? -Bu soru ülke geneli için olmalı. Sanatı yaşatmak, yaygınlaştırmak, toplumsal kabul görmesini teşvik etmek sıkı, istikrarla yürütülen devlet politikası olmalı. Çocukluğumda –altmışlı yılların başları diyelim- yaşadığım köye gezici sinemalar, ilçemizde halkevine müsamere grupları, kumpanyalar gelirdi. Yeni yetiştiğimiz yıllardaki Adana’nın yazlık sinemalarının sayısına bir daha hiç ulaşılamadı. Yetmişli yıllardaki kargaşa ortamı, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle ülkeye verilen ayar ve sürüklendiğimiz yolun güzergâhı bizi buralardan geçiriyor şimdilik. Devlet eliyle kapatılan kurumlar, işlerine son verilen pek çok sanatçı var, biliyoruz, “öyle sanat mı olur, olmasa da olur” diyen bir iktidar. Halk için geçim derdi, tiyatro toplulukları için var olma savaşı... Dönüştürülen bir toplum. Televizyonlarda mahalle dedikodularına, ucuz meşguliyetlere, vasıfsız dizilere bağımlı hale getirilmiş, sürekli olarak eften püften programlarla zehirlenen, okumayan bir toplum. Arz talep sorunu. Böyle özetliyorum. Bir sanatçı olarak Türkiye’ye baktığınızda ne görüyorsunuz? -Altmışını devirmiş biri olarak Türkiye’de yaşanan bütün darbeleri gördüm. Babam Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Atatürk’ün kurduğu ülkeyi çağdaş dünyanın ön saflarına taşımayı hedefleyen yapıtaşları olan Köy Enstitüleri varlığını sürdürebilseydi hiç kuşkum yok bambaşka bir Türkiye görecektik. Emperyalizmin yandaşı olarak saf tutup özümsenememiş demokrasi ve özgürlükler, müttefikler, paktlar, liberalizm, piyasa ekonomisi, küreselcilik, yabancı sermaye diyerek için için çürümeye başladığımızdan beri tarımsal üretimimizden silah sanayimize, eğitimimizden toplumsal değerlerimize nereden nereye sürüklendiğimiz yurtsever biri olarak içimi sızlatıyor. Ülkem için, çocuklarımız için, geleceğimiz için acı duyuyorum. Adı silinmeye, unutturulmaya çalışılan bir Atatürk, yeniden yazılmaya-yaratılmaya çalışılan bir tarih, uygar dünyadan hızla uzaklaşan ve yalnızlığa mahkûm edilmeye, parçalanmaya çalışılan bir ülke. İçi mutlakıyetle doldurulma çabasında bir cumhuriyet. Dilerim halkımız bütün bunlara izin vermez. Ne oldu da bu ülkede birden bire din adamı, din âlimi adı altında birileri Ensar Vakfı’nda büyük bir utanç yaşandığında, “Peygamber zamanında da vardı” deme gereği duydu? Ne oldu da Diyanet “Öz kızına şehvet duy” gibi iğrenç bir fetva yayınladı. Ne oldu da yine din adamı kisvesi altında birileri çıkıp “Ananızın diz kapağının üstünü görürseniz tahrik olursunuz” ya da “6 yaşında çocukla evlenilebilir” fetvaları verir oldu? -Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önceden farkına varıp ifade ettiği ve hayata geçirdiği bir durum var. "Efendiler ve ey ulus; biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır." Ata’nın padişah kulluğundan yurttaşlığa taşımaya çalıştığı halkı birileri yeniden kul, köle olmaya güdülüyor. Bütün bunlar olmasın diye laiklik anayasada yer aldı, eğitim “Tevhidi tedrisat” kanunuyla birleştirildi. Köy Enstitülerinin kapatılışından beri ülkenin her şeyiyle oynandı ama en çok eğitimde yaşandı yapbozlar. Okuyan, öğrenen, araştıran, katılımcı, toplumcu, bilinçli dürüst bireyler yerine basık, boyun eğen, kurnaz, çıkarcı ve dürüstlüğü öğrenememiş bireyleri çoğalttığınızda başka türlüsünü beklemek hayal oluyor. Altmış yıldır göz yumulan, milli eğitime bağlı olmayan ya da göz ardı edilen, tarikatlara, cemaatlere, vakıflara ait denetim dışı yurtlarda bu utançların yaşanması olağandır, kayıp nesillerin beyinlerine yüklenen kutsal kitap dışı hurafeler, o baskı, o kapalı toplum iklimi ancak kendi aklı, mantığı kadar yorum ve açıklamalar getirecektir yaşananlara. Gelinen nokta sistematik bir çabanın ürünüdür. Diyanet tarihimizdeki en hacimli haline ulaştı. Binalarıyla, mal varlığıyla, bütçesiyle, personel sayısıyla. İnsanlık dışı olgular, Orta Doğunun Orta Çağdan kalma kabile gelenek ve yargıları din içinde varmış, hoş görülebilirmiş gibi şırınga ediliyor. Bilimden, insani değerlerden böylesine uzaklaşılınca ortaya tuhaf bir yargılar, değerler kalabalığı çıkıyor. Ahlaksızlık ahlaksızlıktır, peygamber zamanında var olması hoş görülmesini ya da bağışlanmasını gerektirmez. Devlet yurttaşının can ve mal güvenliğini korumakla, adaleti sağlamakla, sağlık ve eğitim hizmetlerini hakkıyla yapmakla yükümlüdür uygar ülkelerde. Sanatçının yeri iktidarın yanı mı olmalı halkın yanı mı? Elbette halkın yanı olmalıdır. Doğru ve kalıcı olan budur. Tarih iktidarların değil halkın sanatçılarını kutsar. Öyle olmasa Pir Sultan hâlâ böylesine diri olabilir miydi belleklerimizde? Bursa Cezaevinde Nazım Hikmet’in ayağına gitmediği bakanın adını hangimiz hatırlıyoruz? Yeni bir kitap çalışmanız var mı? -Üzerinde çalıştığım metinler var. Zaman içinde kitap olur mu bilmiyorum. - Size göre şiir bir yaşam biçimi mi ya da başka bir şey mi? Şiir nedir? Yaralarımız iyileşsin diye kanımızla ağzımızı çalkadığımız, çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir. - Bunlara ek olarak söylemek istedikleriniz var mı? Güzel şeyler söylemeyi çok isterdim. Ağız dolusu gülerek umutlu olduğumu. Adnan Yücel merhumun dizeleri ile: Saraylar saltanatlar çöker Kan kusar zulüm biter Menekşeler açılır üstümüzde leylaklar güler Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır Bir de yarınlar için direnenler. Bu güzel söyleşi için Egemen Gazetesine ve size teşekkür ediyorum. Üzerinde çok konuşulacak, tartışılacak, söylenecek pek çok söz olan sorulardı. Zor bir dünyada her şeyiniz kolay ve güzel olsun. (EGEMEN)

 

 

ADANA- “Yaralarımız iyileşsin diye kanımızla ağzımızı çalkadığımız, çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir.”

M.Gıyasi Aydemir

Dördü şiir, biri öykü olmak üzere bugüne kadar beş kitabı yayınlandı M. Gıyasi Aydemir’in...  Aydemir ile şiiri, sanatı, sanatçıların bu ülkede layık oldukları yerde olup olmadığı ve sanatçının yerinin nerede olması gerektiğini konuştuk. İtiraf etmek gerekirse, sanattan ülke gündemine kadar bir çok konuda sorularımıza verdiği yanıtlarıyla karşımızda bir bilge bulduk. Belki de bu da bizim eksik yanımızdı.

 

Türkiye’de gerçek sanatçılar neden layık olduğu yerde değil?

-Bütün kavramlar, değerler gibi “sanatçı” kavramı da bulanıklaştı ne yazık ki yurdumuzda, ölçülerle, ölçütlerle oynandı, hızla el değiştiren sermaye ve medya gibi sanatın her dalında da değerbilirlik yandaşlıkla, egemen çevrelerin sahiplenmesi, destek vermesi ile sınırlandı sanki. Bu yolla öne çıkarılan ya da var edilen sanatçılar var. Yazın dünyasında kitabı çok satılan, çok okunduklarının kanıtı mıdır bilinmez, yazar ve şairlerin arkalarında güçlü yayınevleri, tanıtım kampanyaları özcesi düzenin ve sermayenin gücü var. Kahramanlar yaratılıyor meşrebe uygun olarak, ünleniyor, değer buluyor. Bizlerin sanatçı ölçeğinde hak ettiği yeri söke söke alan insanlarımız elbette vardır her şeye rağmen. Ölçüsüz, ölçütsüz yahut koşullandırılmış çoğunluğun öncelediği değerlere, giderek artırılan cahilliğin her yerimize çöreklenişine, seviyesi dünya sıralamasında çok daha net görülebilen eğitim sistemimizin geldiği noktaya, kişi başına düşen kitap ya da gazete oranlarımıza, izlediğimiz sinema ve tiyatro sayısına, dolaştığımız resim, heykel sergisi sayısına veya bu alanlarda yapılan etkinliklere, etkinliklerin etki derecelerine bakıldığında durum daha iyi değerlendirilecektir. Gerçek sanatçılar elbette yok olup gitmeyecektir, bugün olmazsa bir gün hak ettikleri değeri mutlaka bulacaklardır.

Kitaplarınız örneğin. Kaç kitabınız var ve ana tema nedir? Siz bir şair ve yazarsınız. Neden şiir ve neden yazmak?

 -Şu ana kadar dördü şiir biri öykü olmak üzere beş kitabım yayımlandı. Pek çok yazar ve şair gibi benim de ana temam elbette insandır, insana ilişkin durumlardır. İnsanoğlu dünyadaki canlıların, suyun, toprağın, gökyüzünün, yeryüzünün, yeraltının özetle her şeyin kendisinin sınırsız kullanımına tahsis edildiğini düşünerek oburca, saygısızca tüketip kirletse de ben kuralı, ölçüsü dâhilinde her şey insan için diyenlerdenim, o yüzden doğayı da evreni de insana ekliyorum. Bunca acı, bunca savaş, bunca adaletsizlik, baskı, zulüm, açlık varken, birileri diğerlerini eze eze, haklarını gasp ede ede, canlarını ala ala saltanat sürerken diğerlerinin yokluk, yoksulluk, cehalet, eşitsizlik içinde yaşamaya mahkûm olmaları, yaşama hakkı bulamamalarına kayıtsız kalmak ancak tuzu kuru olanların, ezen ve sömüren durumdakilerin kayıtsız kalabileceği bir şeydir. Bireysel olarak aşklarımız, acılarımız, hüzünlerimiz, hasret ve hasletlerimiz, ülke olarak yaşadığımız zor zamanlar, güvenlikten adalete, sağlıktan fırsat eşitliğine ve gelir dağılımına, geçim derdinden gelişmişliğe sıralanabilecek pek çok konu, dünya ve insanlık olarak savaşlar, sömürü, açlık gibi başlıklar altında değerlendirilebilecek insana dair sıkıntılar varken yapabildiğimiz tek eylem yazmak.  Belki de Sait Faik merhumun dediği gibi “Yazmasam ölecektim!” Ya da Karacaoğlan’ın üç sözcükle belirttiği özdür düğüm: Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.

Neden şiir sorusuna yeni bir bölüm açmak gerekir. Hiç biri şiirin tam karşılığı olmayan binlerce, milyonlarca tanımının yanında bence ön plana çıkan yanlarından biri sağaltıcı özelliği. Üzerinde tezler hazırlanan, çalışılan bir konu. Geçenlerde -galiba Finlandiya’da- hastalara şiir dinletildiğine dair haberler duydum. Şiir kendimizi iyi htiğimiz bir zemin, sözcüklerin ve anlamların var ettiği büyülü bir evren.  

Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerdeki sinema ve tiyatro salonları size göre neden parmakla gösterilecek kadar az?

-Bu soru ülke geneli için olmalı. Sanatı yaşatmak, yaygınlaştırmak, toplumsal kabul görmesini teşvik etmek sıkı, istikrarla yürütülen devlet politikası olmalı. Çocukluğumda –altmışlı yılların başları diyelim- yaşadığım köye gezici sinemalar, ilçemizde halkevine müsamere grupları, kumpanyalar gelirdi. Yeni yetiştiğimiz yıllardaki Adana’nın yazlık sinemalarının sayısına bir daha hiç ulaşılamadı. Yetmişli yıllardaki kargaşa ortamı, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle ülkeye verilen ayar ve sürüklendiğimiz yolun güzergâhı bizi buralardan geçiriyor şimdilik. Devlet eliyle kapatılan kurumlar, işlerine son verilen pek çok sanatçı var, biliyoruz, “öyle sanat mı olur, olmasa da olur” diyen bir iktidar. Halk için geçim derdi, tiyatro toplulukları için var olma savaşı... Dönüştürülen bir toplum. Televizyonlarda mahalle dedikodularına, ucuz meşguliyetlere, vasıfsız dizilere bağımlı hale getirilmiş, sürekli olarak eften püften programlarla zehirlenen, okumayan bir toplum. Arz talep sorunu. Böyle özetliyorum.

Bir sanatçı olarak Türkiye’ye baktığınızda ne görüyorsunuz?

-Altmışını devirmiş biri olarak Türkiye’de yaşanan bütün darbeleri gördüm. Babam Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. Atatürk’ün kurduğu ülkeyi çağdaş dünyanın ön saflarına taşımayı hedefleyen yapıtaşları olan Köy Enstitüleri varlığını sürdürebilseydi hiç kuşkum yok bambaşka bir Türkiye görecektik. Emperyalizmin yandaşı olarak saf tutup özümsenememiş demokrasi ve özgürlükler, müttefikler, paktlar, liberalizm, piyasa ekonomisi, küreselcilik, yabancı sermaye diyerek için için çürümeye başladığımızdan beri tarımsal üretimimizden silah sanayimize, eğitimimizden toplumsal değerlerimize nereden nereye sürüklendiğimiz yurtsever biri olarak içimi sızlatıyor. Ülkem için, çocuklarımız için, geleceğimiz için acı duyuyorum. Adı silinmeye, unutturulmaya çalışılan bir Atatürk, yeniden yazılmaya-yaratılmaya çalışılan bir tarih, uygar dünyadan hızla uzaklaşan ve yalnızlığa mahkûm edilmeye, parçalanmaya çalışılan bir ülke. İçi mutlakıyetle doldurulma çabasında bir cumhuriyet. Dilerim halkımız bütün bunlara izin vermez.

Ne oldu da bu ülkede birden bire din adamı, din âlimi adı altında birileri Ensar Vakfı’nda büyük bir utanç yaşandığında, “Peygamber zamanında da vardı” deme gereği duydu? Ne oldu da Diyanet “Öz kızına şehvet duy” gibi iğrenç bir fetva yayınladı. Ne oldu da yine din adamı kisvesi altında birileri çıkıp “Ananızın diz kapağının üstünü görürseniz tahrik olursunuz” ya da “6 yaşında çocukla evlenilebilir” fetvaları verir oldu?

-Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önceden farkına varıp ifade ettiği ve hayata geçirdiği bir durum var. "Efendiler ve ey ulus; biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır." Ata’nın padişah kulluğundan yurttaşlığa taşımaya çalıştığı halkı birileri yeniden kul, köle olmaya güdülüyor. Bütün bunlar olmasın diye laiklik anayasada yer aldı, eğitim “Tevhidi tedrisat” kanunuyla birleştirildi. Köy Enstitülerinin kapatılışından beri ülkenin her şeyiyle oynandı ama en çok eğitimde yaşandı yapbozlar. Okuyan, öğrenen, araştıran, katılımcı, toplumcu, bilinçli dürüst bireyler yerine basık, boyun eğen, kurnaz, çıkarcı ve dürüstlüğü öğrenememiş bireyleri çoğalttığınızda başka türlüsünü beklemek hayal oluyor. Altmış yıldır göz yumulan, milli eğitime bağlı olmayan ya da göz ardı edilen, tarikatlara, cemaatlere, vakıflara ait denetim dışı yurtlarda bu utançların yaşanması olağandır, kayıp nesillerin beyinlerine yüklenen kutsal kitap dışı hurafeler, o baskı, o kapalı toplum iklimi ancak kendi aklı, mantığı kadar yorum ve açıklamalar getirecektir yaşananlara. Gelinen nokta sistematik bir çabanın ürünüdür. Diyanet tarihimizdeki en hacimli haline ulaştı. Binalarıyla, mal varlığıyla, bütçesiyle, personel sayısıyla. İnsanlık dışı olgular, Orta Doğunun Orta Çağdan kalma kabile gelenek ve yargıları din içinde varmış, hoş görülebilirmiş gibi şırınga ediliyor. Bilimden, insani değerlerden böylesine uzaklaşılınca ortaya tuhaf bir yargılar, değerler kalabalığı çıkıyor. Ahlaksızlık ahlaksızlıktır, peygamber zamanında var olması hoş görülmesini ya da bağışlanmasını gerektirmez. Devlet yurttaşının can ve mal güvenliğini korumakla, adaleti sağlamakla, sağlık ve eğitim hizmetlerini hakkıyla yapmakla yükümlüdür uygar ülkelerde.

Sanatçının yeri iktidarın yanı mı olmalı halkın yanı mı?

Elbette halkın yanı olmalıdır. Doğru ve kalıcı olan budur. Tarih iktidarların değil halkın sanatçılarını kutsar. Öyle olmasa Pir Sultan hâlâ böylesine diri olabilir miydi belleklerimizde? Bursa Cezaevinde Nazım Hikmet’in ayağına gitmediği bakanın adını hangimiz hatırlıyoruz?

Yeni bir kitap çalışmanız var mı?

-Üzerinde çalıştığım metinler var. Zaman içinde kitap olur mu bilmiyorum.

- Size göre şiir bir yaşam biçimi mi ya da başka bir şey mi? Şiir nedir?

Yaralarımız iyileşsin diye kanımızla ağzımızı çalkadığımız, çocuğumuzun katilini bağışlayıp içimizdeki katili öldürdüğümüz yerdir şiir.

- Bunlara ek olarak söylemek istedikleriniz var mı?

Güzel şeyler söylemeyi çok isterdim. Ağız dolusu gülerek umutlu olduğumu. Adnan Yücel merhumun dizeleri ile:

Saraylar saltanatlar çöker

Kan kusar zulüm biter

Menekşeler açılır üstümüzde leylaklar güler

Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır

Bir de yarınlar için direnenler.

Bu güzel söyleşi için Egemen Gazetesine ve size teşekkür ediyorum. Üzerinde çok konuşulacak, tartışılacak, söylenecek pek çok söz olan sorulardı. Zor bir dünyada her şeyiniz kolay ve güzel olsun. (EGEMEN)

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.