Ezilenlerin sesi: Orhan Kemal

04.08.2017 - 15:00, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:19 2770+ kez okundu.
 

Ezilenlerin sesi: Orhan Kemal

    Bereketli topraklarımızın bağrından çıkan en büyük değerlerden biridir Orhan Kemal. O, büyük değerin en küçük oğluyla görüştü yazarımız Ayça Öztorun. Toplumcu-gerçekçi yazar Orhan Kemal ile ilgili çok şey konuşuldu. BİAT ETMİYORSA SANATÇIDIR Yazarımız Öztorun, röportaj girişinde ise  şöyle diyor: Sanatçı idealisttir. Sanatçı aykırıdır. Bir sanatçı düzenin yanlışını doğru saymayıp, biat etmiyorsa, sanatçıdır. Orhan Kemal, yaşadığı geçim sıkıntısına rağmen, öykülerine ve romanlarına zaman ayırarak, yaşanılan toplumsal acıları gözler önüne sermiş, ezilen kesimin sesi olmayı misyon bilmiştir. PARA KAZANMAK İÇİN YAZAR OLUNMAZ Her zaman söylediğim bir şey vardır. Para kazanmak için yazar olunmaz, Yazar olanda para kazanamaz.Orhan Kemal, sistemin giyotininden de geçse, geçim sıkıntısını derinden de yaşasa, yılmadan, usanmadan, boyun eğmeden, toplum gerçeğini koşulsuz, beklentisiz yazıya döken büyük yazardır. Onu her zaman saygı ve sevgiyle anıyoruz.Sevgili Işık Öğütçü, Orhan Kemal’in en küçük oğludur. Biz, gönlümüze taht kuran usta Yazarımızı oğlundan dinlemeye karar verdik. İşte Ayça Öztorun’un röportajı:                                                                                                                                         Ayça Öztorun   Ayça Öztorun: Sevgili dostum; röportaj talebimi kabul edip, Orhan Kemal Müzesine davet ettiğin için teşekkür ederim. Büyük ustanın eserleri dışında özel hayatını da merak ediyoruz. Bize babanızın bilinmeyen yanlarını anlatır mısınız? Işık Öğütçü: Babamın asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü'dür. İlk Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet Bakanlığı’ndan 3 gün sonra istifa ettirilen, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Abdülkadir Kemali Bey’in oğludur. Dedem, 1930’da Ahrar Fırkası’nı kurmak ve gazete çıkarmaktan dolayı öldürülme korkusuyla Suriye’ye geçmiş. Bunun üzerine babam, ortaokulu yarıda bırakarak Suriye ve Lübnan’a gitmiş. 1932’de Adana’ya dönüp, İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yapmış. 1939’da ilk şiirlerinden dolayı, komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkûm olmuş. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yatmış.  Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet ‘le tanışmış ve cezaevindeki yoldaşlıkları hep devam etti.  Babam 1943’te tahliye edildikten sonra Adana’ya dönmüş. Amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneği’nde katiplik yapmış. Altı, yedi yıl sonra İstanbul’a yerleşmiş. Babam yazılarıyla kıt kanaat kazandı. 1966’da bir lokantadaki konuşmasında komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla yargılandı, beraat etti. Yaşamının son döneminde Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak, daha çok da tedavi amacıyla Sofya’ya gitti. Maalesef 2 Haziran 1970’te Sofya’da tedavi edildiği hastanede beyin kanamasından öldü.       Ayça Öztorun: Yazar Orhan Kemal, toplumla bütünleşmiş kıymetli bir yazar. Toplum olarak bizler Orhan Kemal'in ünlü eserlerini biliyoruz. Evdeki Orhan Kemal nasıldı?   Işık Öğütçü: Bu soru bana çok soruluyor. Evimizde ekonomik sıkıntılar yaşansa bile, umutla gülmeyi ve eğlenmeyi ihmal etmeyen bir aileydik. Bu Çukurova’nın genel yapısında da vardır. Babam, anneme ve bizlere espri yapar, ablam ve eşi geldiğinde oynadıkları tavla maçları ile huzur dolu bir ortamda bizleri başına toplamasını bilirdi.  Ekonomik sıkıntılarını, yaşadığı zorlu mücadelelerini evine yansıtmamaya çalışan, sıcak bir babaydı. Evin içinde bir Orhan Kemal yoktu. Annem, babama Raşit diye hitap ederdi. Ben evin en küçüğüydüm. Babamın ne iş yaptığını anlamazdım. Sonra anladım ki babam sürekli yazmış. Her ne kadar da bize yansıtmamaya çalışsa da yaşadığı ekonomik sıkıntıların etkisi muhakkak babama yansıyordu. Düşünün bir şey yazıyorsunuz, yazdıklarınızla büyük bir dünya yaratıyorsunuz ve bu yazdıklarınızı layıkıyla satamıyor, devredemiyor ve hakkını alamıyorsunuz. Ben bunları yıllar sonra yaptığım araştırmalarda gördüm. Gazetelere tefrikalar yazmış ve bunun için bir fiyatta belirtmiş ama babamın küçük hesap defterlerine baktığımda hiçbir zaman belirttiği fiyatı değil de ancak yarısını alabilmiş. Bu bile babamın nasıl sömürüldüğünü ve nasıl bir mücadele içinde olduğunu görmemi sağlıyordu. Yaşadığı zorlukları görüp, aile olarak onu eleştirmek yerine destek olurduk. Evde de tencerenin kaynaması lazımdı. Üst baş olmadan idare edilse dahi aç durulmuyor. Bu mücadele içinde hakikaten dünya edebiyatında çok ses getirecek eserlerini bile yok pahasına veren ve verdikten sonra arkasına bakmadan çıkıp giden bir insandı babam. Abimin bir anekdotu var. Babamın paralı mı, parasız mı olduğunu kapı vuruşundan anlardık. Melodik tıklatmayla kapıyı çaldığı zaman babamın ekonomik sıkıntısı olmadığını anlardık. Ama babam tok bir şekilde kapıya vuruyorsa, sıkıntılı bir durum olduğunu anlayan annem; “aman çocuklar gürültü yapmayın. Babanızı üzecek herhangi bir şey yapmayın” derdi. Ben tabii bunları anlayacak yaşta değildim. Büyüdüğümde olayı idrak etmiştim. Yazdıkları eserleri ve kendisinin verdiği emekle, müthiş bir insan profili karşımdaydı. Bu kadar sıkıntıların içinde, belki de hepimiz bir yerlere savrulur, berduş olup, kötü yola da sapabilirdik. Ama biz onun evlatları olarak bu mücadelenin içinde okuyup bir yerlere geldik. Hayata atılmamız için en kıymetli insani duruşu ve eğitimi bizlere öğreten babamdır. Ayça Öztorun: Siz evin en küçüğüsünüz. Ama kaç kardeş olduğunuzu bilmiyorum. Evin en küçük çocuğu olarak, yazan, çizen, yoğun bir babayla iletişim nasıldı? Işık Öğütçü: Biz dört kardeşiz. En büyüğümüz Yıldız ablam. Onun bir küçüğü, Petrol Yüksek Mühendisi Nazım abim. Onun ufağı, eczacı Kemali abim. Bende evin en küçüğüyüm. Kimya mühendisiyim. Ayça Öztorun: Kimya mühendisliği yapmıyorsunuz değil mi? Işık Öğütçü: Evet, Yurt dışı ile ilgili şirket enformasyonu yapıyorum. Bununla birlikte Orhan Kemal müzesine ve babamın eserlerine yöneldim. Bu kadar yoğun çalışacağımı ben bile tahmin etmiyordum. 1997 de müzenin bulunduğu binayı aldım. Ayça Öztorun: Bu binayı aldıktan sonra Orhan Kemal müzesi yapmayı siz düşünüp, bu konuda öncü oldunuz değil mi? Işık Öğütçü: Ailemizle birlikte müze hakkında böyle bir düşüncemiz vardı. Başlangıçta nasıl olacak bunu kimse bilmiyordu tabi. Ayça Öztorun: Oysaki bıraktığı eserlerle, toplumun gönlüne taht kuran yazarımız için Devlet böyle bir müze girişiminde bulunsa daha iyi olmaz mıydı? Işık Öğütçü: Devletin aklına ancak siz düşürürseniz belki! Bir zamanlar sosyal demokratlar döneminde Fikri Sağlar Kültür Bakanıydı. Kapımızı çalıp böyle bir girişimde bulunmadı. 2000 yılında ben müzeyi açma hazırlığındaydım. O dönem kitap fuarında, Tüyap’ın onur konuğu Şükran Kurdakul’du. Açılışa bakanında geleceğini duydum ve Şükran abiyi aradım. Müzenin açılışı için Tüyap’a gelip Bakanı davet edeceğimi söyledim. Şükran abi hemen beni davet etti. Tüyap’a gittim ve Bakan İstemihan Talay’a kendimi tanıttım. İstemihan Bey; “Orhan Kemal benim için çok önemlidir. Hatta Eskici ve oğulları adlı romanında da tarsusiyi anlatmıştı. Çok hoşuma gitmişti” dedi. Ayça Öztorun: Tarsusi mi Tarzı hususi mi? Işık Öğütçü: Aslında tarzı hususi ama Tarsus ve civarında Tarsusi diyorlar. İnce belli bardakta ikram edilen kahve. Ayça Öztorun: İstemihan Bey, açılışa geldi değil mi? Işık Öğütçü: Müzenin açılışı konusunda konuşup davet ettim. Tabi ki müzenin açılışına gelirim dedi. Müzenin açılışı bir süre sonra gerçekleşti. Kültür Bakanı müzenin açılışını yapmış oldu. Annemde oradaydı. Ardından birde sürpriz yaptı İstemihan Bey. İstanbul Beyazıt’taki kütüphaneye Orhan Kemal adını verdi. O gün kendilerine şunu dedim. “Biz alışık değildik yazan bir aydının caddelere, kütüphanelere isminin verilebileceğine. Ancak biz devletin ne olduğunu gece yarısı üçte, dörtte babamı götürdükleri zaman öğrendik. Yazan çizen insanların hep başına gelmiştir bu gece ziyaretleri.” 2002’den sonra Kültür bakanları müzeyi ziyaret ettiler. Fakat Kültür Bakanı Ömer Çelik teşrif etmedi. Ayrıca, Orhan Kemal’in yüzüncü yaş münasebeti ile Adana’da açılan Bilim ve Teknoloji üniversitesine, Orhan Kemal adının verilmesini çok istedim ama olmadı. Ayça Öztorun: Küçükken babanızla unutamadığınız anılarınız muhakkak olmuştur. Bir yazar, yaşadıklarını da bazen mekân ve isim değişiklikleri ile kâğıda geçebiliyor. Babanızın öykülerinde ve romanlarında, bende bunu yaşamıştım dediğiniz oldu mu? Işık Öğütçü: Evin en küçüğü olmam nedeni ile biraz torpilliydim. Müzede gördüğünüz yatağın üzerine bir tane gofret koyardı. Çalışmasına ara verip biraz dinleneceği vakitlerde bana seslenirdi. “Işık, koş gel bak! Sana kuş ne getirdi!” derdi. Babam, bu numarayı defalarca yaptığı için babamın gofret getirdiğini bilir, yıldırım hızı ile yatağın üzerine atlardım. Gofreti nefes almadan yerdim. Babam daktilosunun başında beni seyredermiş. Ben onun farkına bile varamazmışım. Gofret bittikten sonra alüminyum ambalajına bulaşan çikolatayı yalardım. Sonra işim bitince babamı öper, odadan çıkardım. Yıllar sonra öykülerini, okumaya başladığımda çikolata isimli öyküsü dikkatimi çekti. Ben miydim acaba bu öyküyü yazdıran diye düşünmeden edemedim ve çok duygulandım. Ayça Öztorun: Anneniz de çok fedakâr bir kadınmış. Kıymetli annenizi rahmetle anmadan geçmeyelim. Işıklar içinde uyusun. Işık Öğütçü: Annemiz Nuriye Hanım oldukça emektar şefkat dolu bir insandı. Fatih’te küçücük bir evde otururduk. Bir açılır kapanır masamız, bir de duvarda eski bir radyomuz vardı. Tek eğlencemiz oydu. Oturacak küçük bir oda ve çok küçük bir mutfak. Anneme seksenli yaşlarına geldiğinde sormuştum; “Anne, babamız parasız pulsuzdu. Düşüncelerini kâğıda aktardığı için hapislere girip çıkmıştı. Babamla evlenmeden önce varsıl insanlar sana evlilik teklifinde bulunmuşlar, neden gittin babamı seçtin?” dedim. Annem şöyle bir durdu. Duygu dolu gözlerle bana baktı ve ben babanı çok sevdim dedi. Annem bence bu ailenin kahramanıydı. Annemin adı Nuriye ve babam Cemile adlı romanı annemden esinlenerek yazmış. Annem, babamız hapse girdiğinde bizim umutlarımızı kırmamış; “okulunuzu okuyup bir yerlere geleceksiniz, gerekirse emeğimle çalışır, sizi kimselere muhtaç etmeden okuturum” demişti. Ayça Öztorun: Değerli dostum; bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ederim. Orhan Kemal’i oğlundan dinlemek benim için büyük onurdur. Işık Öğütçü: Konukluğundan ve hoş sohbetimizden ötürü ben teşekkür ederim sevgili Ayça ve her zaman Orhan Kemal Müzesine beklerim.   Sevgili okurlarım, İstanbul’a yolunuz düşerse Orhan Kemal Müzesini ziyaret etmenizi öneririm. Müzeye gittiğimde, özellikle Yazarımızın daktilosu beni çok duygulandırdı. O daktilonun tuşları ile kurduğu kocaman dünyanın içindeydim sanki. Kıyafetleri, çalışma masası, yatağı, şapkası ve geride bıraktığı kocaman dünyanın kanıtı olan sararmış fotoğraflars.  Sanki Orhan Kemal ve tüm dostları toplanmış, müzeye gelen tüm ziyaretçilere merhaba der gibi duvara asılı fotoğraflarda bizlere gülümsüyorlardı. Evet, müzede Orhan Kemal’i hisseder gibiydim. Nazım Hikmet’te oradaydı. Yaşar Kemal’de. ORHAN KEMAL’E Biliyordu fakirliği fukaralığı Ekmek kavgasını, acı lokmayı Bekçi Murtaza’yı Döktü yazılara bereketli toprakları Ve Zulmedenin en büyük düşmanıdır Kalemiyle yazanlar Vız gelirdi Orhan Kemal’e zindanlar Toprak kırım Emek kırım Lokma kırım Bize mirastır eserlerin koca çınarım

 

 

Bereketli topraklarımızın bağrından çıkan en büyük değerlerden biridir Orhan Kemal. O, büyük değerin en küçük oğluyla görüştü yazarımız Ayça Öztorun. Toplumcu-gerçekçi yazar Orhan Kemal ile ilgili çok şey konuşuldu.

BİAT ETMİYORSA SANATÇIDIR

Yazarımız Öztorun, röportaj girişinde ise  şöyle diyor: Sanatçı idealisttir. Sanatçı aykırıdır. Bir sanatçı düzenin yanlışını doğru saymayıp, biat etmiyorsa, sanatçıdır. Orhan Kemal, yaşadığı geçim sıkıntısına rağmen, öykülerine ve romanlarına zaman ayırarak, yaşanılan toplumsal acıları gözler önüne sermiş, ezilen kesimin sesi olmayı misyon bilmiştir.

PARA KAZANMAK İÇİN

YAZAR OLUNMAZ

Her zaman söylediğim bir şey vardır. Para kazanmak için yazar olunmaz, Yazar olanda para kazanamaz.Orhan Kemal, sistemin giyotininden de geçse, geçim sıkıntısını derinden de yaşasa, yılmadan, usanmadan, boyun eğmeden, toplum gerçeğini koşulsuz, beklentisiz yazıya döken büyük yazardır. Onu her zaman saygı ve sevgiyle anıyoruz.Sevgili Işık Öğütçü, Orhan Kemal’in en küçük oğludur. Biz, gönlümüze taht kuran usta Yazarımızı oğlundan dinlemeye karar verdik. İşte Ayça Öztorun’un röportajı:

                                                                                                                                        Ayça Öztorun

 

Ayça Öztorun: Sevgili dostum; röportaj talebimi kabul edip, Orhan Kemal Müzesine davet ettiğin için teşekkür ederim. Büyük ustanın eserleri dışında özel hayatını da merak ediyoruz. Bize babanızın bilinmeyen yanlarını anlatır mısınız?

Işık Öğütçü: Babamın asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü'dür. İlk Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet Bakanlığı’ndan 3 gün sonra istifa ettirilen, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Abdülkadir Kemali Bey’in oğludur.

Dedem, 1930’da Ahrar Fırkası’nı kurmak ve gazete çıkarmaktan dolayı öldürülme korkusuyla Suriye’ye geçmiş. Bunun üzerine babam, ortaokulu yarıda bırakarak Suriye ve Lübnan’a gitmiş. 1932’de Adana’ya dönüp, İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yapmış. 1939’da ilk şiirlerinden dolayı, komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkûm olmuş. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yatmış.

 Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet ‘le tanışmış ve cezaevindeki yoldaşlıkları hep devam etti.  Babam 1943’te tahliye edildikten sonra Adana’ya dönmüş. Amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneği’nde katiplik yapmış. Altı, yedi yıl sonra İstanbul’a yerleşmiş. Babam yazılarıyla kıt kanaat kazandı.

1966’da bir lokantadaki konuşmasında komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla yargılandı, beraat etti. Yaşamının son döneminde Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak, daha çok da tedavi amacıyla Sofya’ya gitti. Maalesef 2 Haziran 1970’te Sofya’da tedavi edildiği hastanede beyin kanamasından öldü.

 

 

 

Ayça Öztorun: Yazar Orhan Kemal, toplumla bütünleşmiş kıymetli bir yazar. Toplum olarak bizler Orhan Kemal'in ünlü eserlerini biliyoruz. Evdeki Orhan Kemal nasıldı?

 

Işık Öğütçü: Bu soru bana çok soruluyor. Evimizde ekonomik sıkıntılar yaşansa bile, umutla gülmeyi ve eğlenmeyi ihmal etmeyen bir aileydik. Bu Çukurova’nın genel yapısında da vardır. Babam, anneme ve bizlere espri yapar, ablam ve eşi geldiğinde oynadıkları tavla maçları ile huzur dolu bir ortamda bizleri başına toplamasını bilirdi.

 Ekonomik sıkıntılarını, yaşadığı zorlu mücadelelerini evine yansıtmamaya çalışan, sıcak bir babaydı. Evin içinde bir Orhan Kemal yoktu. Annem, babama Raşit diye hitap ederdi. Ben evin en küçüğüydüm. Babamın ne iş yaptığını anlamazdım. Sonra anladım ki babam sürekli yazmış. Her ne kadar da bize yansıtmamaya çalışsa da yaşadığı ekonomik sıkıntıların etkisi muhakkak babama yansıyordu. Düşünün bir şey yazıyorsunuz, yazdıklarınızla büyük bir dünya yaratıyorsunuz ve bu yazdıklarınızı layıkıyla satamıyor, devredemiyor ve hakkını alamıyorsunuz. Ben bunları yıllar sonra yaptığım araştırmalarda gördüm. Gazetelere tefrikalar yazmış ve bunun için bir fiyatta belirtmiş ama babamın küçük hesap defterlerine baktığımda hiçbir zaman belirttiği fiyatı değil de ancak yarısını alabilmiş. Bu bile babamın nasıl sömürüldüğünü ve nasıl bir mücadele içinde olduğunu görmemi sağlıyordu. Yaşadığı zorlukları görüp, aile olarak onu eleştirmek yerine destek olurduk. Evde de tencerenin kaynaması lazımdı. Üst baş olmadan idare edilse dahi aç durulmuyor. Bu mücadele içinde hakikaten dünya edebiyatında çok ses getirecek eserlerini bile yok pahasına veren ve verdikten sonra arkasına bakmadan çıkıp giden bir insandı babam. Abimin bir anekdotu var. Babamın paralı mı, parasız mı olduğunu kapı vuruşundan anlardık. Melodik tıklatmayla kapıyı çaldığı zaman babamın ekonomik sıkıntısı olmadığını anlardık. Ama babam tok bir şekilde kapıya vuruyorsa, sıkıntılı bir durum olduğunu anlayan annem; “aman çocuklar gürültü yapmayın. Babanızı üzecek herhangi bir şey yapmayın” derdi. Ben tabii bunları anlayacak yaşta değildim. Büyüdüğümde olayı idrak etmiştim. Yazdıkları eserleri ve kendisinin verdiği emekle, müthiş bir insan profili karşımdaydı. Bu kadar sıkıntıların içinde, belki de hepimiz bir yerlere savrulur, berduş olup, kötü yola da sapabilirdik. Ama biz onun evlatları olarak bu mücadelenin içinde okuyup bir yerlere geldik. Hayata atılmamız için en kıymetli insani duruşu ve eğitimi bizlere öğreten babamdır.

Ayça Öztorun: Siz evin en küçüğüsünüz. Ama kaç kardeş olduğunuzu bilmiyorum. Evin en küçük çocuğu olarak, yazan, çizen, yoğun bir babayla iletişim nasıldı?

Işık Öğütçü: Biz dört kardeşiz. En büyüğümüz Yıldız ablam. Onun bir küçüğü, Petrol Yüksek Mühendisi Nazım abim. Onun ufağı, eczacı Kemali abim. Bende evin en küçüğüyüm. Kimya mühendisiyim.

Ayça Öztorun: Kimya mühendisliği yapmıyorsunuz değil mi?

Işık Öğütçü: Evet, Yurt dışı ile ilgili şirket enformasyonu yapıyorum. Bununla birlikte Orhan Kemal müzesine ve babamın eserlerine yöneldim. Bu kadar yoğun çalışacağımı ben bile tahmin etmiyordum. 1997 de müzenin bulunduğu binayı aldım.

Ayça Öztorun: Bu binayı aldıktan sonra Orhan Kemal müzesi yapmayı siz düşünüp, bu konuda öncü oldunuz değil mi?

Işık Öğütçü: Ailemizle birlikte müze hakkında böyle bir düşüncemiz vardı. Başlangıçta nasıl olacak bunu kimse bilmiyordu tabi.

Ayça Öztorun: Oysaki bıraktığı eserlerle, toplumun gönlüne taht kuran yazarımız için Devlet böyle bir müze girişiminde bulunsa daha iyi olmaz mıydı?

Işık Öğütçü: Devletin aklına ancak siz düşürürseniz belki! Bir zamanlar sosyal demokratlar döneminde Fikri Sağlar Kültür Bakanıydı. Kapımızı çalıp böyle bir girişimde bulunmadı. 2000 yılında ben müzeyi açma hazırlığındaydım. O dönem kitap fuarında, Tüyap’ın onur konuğu Şükran Kurdakul’du. Açılışa bakanında geleceğini duydum ve Şükran abiyi aradım. Müzenin açılışı için Tüyap’a gelip Bakanı davet edeceğimi söyledim. Şükran abi hemen beni davet etti. Tüyap’a gittim ve Bakan İstemihan Talay’a kendimi tanıttım. İstemihan Bey; “Orhan Kemal benim için çok önemlidir. Hatta Eskici ve oğulları adlı romanında da tarsusiyi anlatmıştı. Çok hoşuma gitmişti” dedi.

Ayça Öztorun: Tarsusi mi Tarzı hususi mi?

Işık Öğütçü: Aslında tarzı hususi ama Tarsus ve civarında Tarsusi diyorlar. İnce belli bardakta ikram edilen kahve.

Ayça Öztorun: İstemihan Bey, açılışa geldi değil mi?

Işık Öğütçü: Müzenin açılışı konusunda konuşup davet ettim. Tabi ki müzenin açılışına gelirim dedi. Müzenin açılışı bir süre sonra gerçekleşti. Kültür Bakanı müzenin açılışını yapmış oldu. Annemde oradaydı. Ardından birde sürpriz yaptı İstemihan Bey. İstanbul Beyazıt’taki kütüphaneye Orhan Kemal adını verdi. O gün kendilerine şunu dedim. “Biz alışık değildik yazan bir aydının caddelere, kütüphanelere isminin verilebileceğine. Ancak biz devletin ne olduğunu gece yarısı üçte, dörtte babamı götürdükleri zaman öğrendik. Yazan çizen insanların hep başına gelmiştir bu gece ziyaretleri.” 2002’den sonra Kültür bakanları müzeyi ziyaret ettiler. Fakat Kültür Bakanı Ömer Çelik teşrif etmedi. Ayrıca, Orhan Kemal’in yüzüncü yaş münasebeti ile Adana’da açılan Bilim ve Teknoloji üniversitesine, Orhan Kemal adının verilmesini çok istedim ama olmadı.

Ayça Öztorun: Küçükken babanızla unutamadığınız anılarınız muhakkak olmuştur. Bir yazar, yaşadıklarını da bazen mekân ve isim değişiklikleri ile kâğıda geçebiliyor. Babanızın öykülerinde ve romanlarında, bende bunu yaşamıştım dediğiniz oldu mu?

Işık Öğütçü: Evin en küçüğü olmam nedeni ile biraz torpilliydim. Müzede gördüğünüz yatağın üzerine bir tane gofret koyardı. Çalışmasına ara verip biraz dinleneceği vakitlerde bana seslenirdi. “Işık, koş gel bak! Sana kuş ne getirdi!” derdi.

Babam, bu numarayı defalarca yaptığı için babamın gofret getirdiğini bilir, yıldırım hızı ile yatağın üzerine atlardım. Gofreti nefes almadan yerdim. Babam daktilosunun başında beni seyredermiş. Ben onun farkına bile varamazmışım. Gofret bittikten sonra alüminyum ambalajına bulaşan çikolatayı yalardım. Sonra işim bitince babamı öper, odadan çıkardım. Yıllar sonra öykülerini, okumaya başladığımda çikolata isimli öyküsü dikkatimi çekti. Ben miydim acaba bu öyküyü yazdıran diye düşünmeden edemedim ve çok duygulandım.

Ayça Öztorun: Anneniz de çok fedakâr bir kadınmış. Kıymetli annenizi rahmetle anmadan geçmeyelim. Işıklar içinde uyusun.

Işık Öğütçü: Annemiz Nuriye Hanım oldukça emektar şefkat dolu bir insandı. Fatih’te küçücük bir evde otururduk. Bir açılır kapanır masamız, bir de duvarda eski bir radyomuz vardı. Tek eğlencemiz oydu. Oturacak küçük bir oda ve çok küçük bir mutfak.

Anneme seksenli yaşlarına geldiğinde sormuştum; “Anne, babamız parasız pulsuzdu. Düşüncelerini kâğıda aktardığı için hapislere girip çıkmıştı. Babamla evlenmeden önce varsıl insanlar sana evlilik teklifinde bulunmuşlar, neden gittin babamı seçtin?” dedim. Annem şöyle bir durdu. Duygu dolu gözlerle bana baktı ve ben babanı çok sevdim dedi. Annem bence bu ailenin kahramanıydı. Annemin adı Nuriye ve babam Cemile adlı romanı annemden esinlenerek yazmış.

Annem, babamız hapse girdiğinde bizim umutlarımızı kırmamış; “okulunuzu okuyup bir yerlere geleceksiniz, gerekirse emeğimle çalışır, sizi kimselere muhtaç etmeden okuturum” demişti.

Ayça Öztorun: Değerli dostum; bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ederim. Orhan Kemal’i oğlundan dinlemek benim için büyük onurdur.

Işık Öğütçü: Konukluğundan ve hoş sohbetimizden ötürü ben teşekkür ederim sevgili Ayça ve her zaman Orhan Kemal Müzesine beklerim.

 

Sevgili okurlarım, İstanbul’a yolunuz düşerse Orhan Kemal Müzesini ziyaret etmenizi öneririm. Müzeye gittiğimde, özellikle Yazarımızın daktilosu beni çok duygulandırdı. O daktilonun tuşları ile kurduğu kocaman dünyanın içindeydim sanki. Kıyafetleri, çalışma masası, yatağı, şapkası ve geride bıraktığı kocaman dünyanın kanıtı olan sararmış fotoğraflars.

 Sanki Orhan Kemal ve tüm dostları toplanmış, müzeye gelen tüm ziyaretçilere merhaba der gibi duvara asılı fotoğraflarda bizlere gülümsüyorlardı. Evet, müzede Orhan Kemal’i hisseder gibiydim. Nazım Hikmet’te oradaydı. Yaşar Kemal’de.

ORHAN KEMAL’E

Biliyordu fakirliği fukaralığı

Ekmek kavgasını, acı lokmayı

Bekçi Murtaza’yı

Döktü yazılara bereketli toprakları

Ve Zulmedenin en büyük düşmanıdır

Kalemiyle yazanlar

Vız gelirdi Orhan Kemal’e zindanlar

Toprak kırım

Emek kırım

Lokma kırım

Bize mirastır eserlerin koca çınarım

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.