‘Zayıf insanlar kimseye güvenmez’

KÜLTÜR-SANAT 29.06.2017 - 14:02, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:19 1763+ kez okundu.
 

‘Zayıf insanlar kimseye güvenmez’

  Yazar Muhittin Çoban sıradaşı bir isim. Uzun süredir yurtdışında yaşan Muhittin Çoban, bugüne kadar yazdığı kitaplarla adından sıkça söz ettiren bir isim oldu.  “Bir Gün, O büyük Gün Geldiğinde Mustafa Özenç, Sevgiliye Mektuplar, Bir Aşk Hikayesi” gibi ktapların yazarıdır Muhittin Çoban…   Muhittin Çoban ile üke gündemine dair konuştuk. Adalet Yürüyüşü,  Akademisyen Nuriye Gümen ve öğretmen Semih Özakça’nın 3 ayı geçen açlık grevi ve işkence üzerine hem sohbet ettik, hem de bir röportaj yaptık. İşte Adanalı yazar Muhittin Çoban ile yaptığımız o keyifli röportaj:   Son yazınız işkence üzerine, işkenceye nasıl bakılması gerektiğini anlatıyorsunuz. Bu konuyu yazınızda işlediğinize göre hala gündem de olan bir şey. Buna konuya geçmeden önce Türkiye’nin gündemini konuşmak istiyorum sizinle. Adalet yürüyüşü için ne düşünüyorsunuz? -CHP’ nin başlattığı masumane Adalet Yürüyüşü’nü son derece önemsiyorum. Ne kadar doğru bir eylem olduğunu gün geçtikçe görüyoruz. Bunun doğruluğunu nasıl görüyoruz, Akp’ nin ve MHP’ nin şiddet içerikli tepkilerinden. Geç veya erken gibi gereksiz tartışmalara girmeden bu yürüyüşe tam destek verilmeli. Adalet yürüyüşüne tepki geliyorsa eğer, bu tepki ancak adaletsizlerden gelir. “Türkiye’ de adalet kalmadı diyebiliriz” rahatlıkla. Adalet kurumu tamamen iktidarın elinde, bu bile adaletsizliği gösteriyor. Bu yürüyüş bize gösterdi ki Adaletsizlerin CHP’ye bile tahammülleri yok. Adaletin olmadığı yerde yaşam aramak çok zor! Yaşamlarımızı yaşanır kılmak için adalete ihtiyacımız var. İktidarın adaletine güvenin kalmadığını gösteren bu yürüyüşü önemsiyorum. Tüm Türkiye bu yürüyüşe katılmalı, İnsani adaletine sahip çıkmalı. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başlattığı 100 günü aştıkları yemek grevi için ne düşüyorsunuz? Sizce doğru bir eylem mi? Gelinen noktada eylemin doğruluğunu tartışmanın hiçbir haklı nedeni olamaz. 113 gündür yemek grevindeler. Ne için? İşlerini istiyorlar. Ne kadar masum bir istek! Ellerinden zor kullanılarak alınan işlerini istiyorlar. Ne adına insanca yaşamak, aç kalmamak adına. Devletin, yani devletlerin görevi insanı yaşatmak olmalı. Huzurlu bir yaşam sağlamaktır bir devletin görevi. Devlet sadece kendisi gibi düşünenlere huzur, başarı ve çok kazanma ortamı sağlıyorsa, kendisi gibi düşünmeyenlere terörü, ölümü layık görüyorsa eğer o ülkede hiç bir şey doğru gitmiyordur. Bu masum iki insana sahip çıkmakta, Adalet Yürüyüşü’ne sahip çıkmak kadar anlamlıdır. Geç kalınmadan, bu iki güzel insanın yaşamı sonlanmadan hakları verilmeli, sahip çıkılmalı. Bu insanlar bizden değil diyerek sessiz kalınamaz, ölmelerini izleyemezsiniz, bu insanlık ayıbıdır. 15  yıllık hükümeti başarılı buluyor musunuz? Gayet başarılı bir hükümete sahibiz. Başarısını anlatır mısınız? Euro dört bini geçti, paramızın hiç değeri kalmadı. Asgari ücret 300 dolara kadar düşürüldü. İşsizlik yüzde 20’lere kadar çıkarıldı. Bir düşünsenize, 15 yılda erkekler tarafından katledilen kadın sayısı 14.300’ e varmış. Doğayı katletmekte üstlerine yok. Komşularımızla kavgalıyız. İnsanlarda huzur kalmadı. Güvenli bir gelecekleri yok. Başta gençler olmak üzere geleceğe dair umutları kalmadı. Sadece kendi gibi düşünenlere demokrasi var. Zindanlar doldu, taştı, balık istifi yatıyor insanlar. Şiddet her yerde tanık olunuyor. Sadece sokakta polis şiddeti yok, iş yerlerinde işveren şiddeti, okulda öğretmen şiddeti, evde koca şiddeti. Türkiye’ye kara bir çarşaf giydirdi bu hükümet. Ama Gezi isyanı ve Adalet yürüyüşü beni gelecek adına çok umutlandırdı. Gelelim işkenceye. Nedir işkence? Hiç bitmeyecek mi işkence? İşkencenin yaşı da özel mülkiyetle yaşıt! Mülkiyetini korumak isteyen, korumakla kalmayıp sürekli mülkiyetine mülk katmak isteyen egemenlerin başvurduğu yöntemlerden biri de işkence. Egemenler bunu kime uyguluyor, tabii ki mülksüzleştirdiklerine, yani mülksüz olan direnişçilere. O günlerden bu günlere kadar gelen şiddet yöntemlerinden biridir işkence. İşkence nedir sorusuna vereceğim yanıt çok anlamlı olmayacağı kanısındayım, zira işkencenin ne olduğunu bilmeyen yoktur, nasıl yapıldığını da. Dayak bir işkence değildir, ama her işkence bir dayaktır. Askıya almak,  elektrik vermek, su dökmek, uyutmamak, sürekli ayakta tutmak, yalnız daracık hücreye kapamak, işkence seslerini dinletmek, hakaret emek, aşağılamak, falakaya yatırmak… Daha sayamadığımız çok yöntemleri var işkencecilerin. İşkencenin amacı ne? Ne için işkence yapar egemenler? İşkencenin amacı öldürmek değil elbet. İşkencede ölenlerin olması bu amacı taşıdığı anlamına gelmiyor, zira öyle amaçları olsa niye işkence yapsınlar, çığlıkları sabah akşam duysunlar, çığlıklardan geceleri uyku uyuyamasınlar. Bundaki amaçları özel mülkiyete dayanan sistemi korumak. Kimden korumak, mülksüz olanlardan! Örgütlenen mülksüzler örgütlenmesini dağıtmak. Bunun yollarından biri de işkencedir. İşkenceyle bilgi edinip, bu edinilen bilgiyle mülksüzlerin dayanışmasını dağıtmak. İşkencede çözülmeye hâlâ hainlik olarak bakanların olması galiba sizi çok rahatsız etmiş, neden bu kadar rahatsız oldunuz? İşkencede çözülmek hainlik değil midir, sırları ele vermek? İnsanı sırları egemenlere vermek elbette doğru değil. Bu sırrın hangi şartlarda verildiğine bağlı biraz da! İşkencede verilen sırlar hainliğe girmez. Zayıf insanlar çözülür gibi bir algı da var. Bu da doğru değil. Güçlü insanlarda çözülür, istemeyerek sırları verir. Dediğimiz gibi işkencenin amacı çözmek. İşkence bir saatlik bir günlük, bir haftalık bir aylık süreç değil. Üç ay, üç ay yetmiyor, altı ay sürüyor. Buna insanın dayanması hiçte sanıldığı gibi kolay değil, zira kolay olmadığını dinlediğimiz işkence öykülerinden anlayabiliyoruz. Ser vereceksin sır vermeyeceksin söylemi ancak kitabi söylemdir. Hayatta bire bir karşılığı yok. Her insan işkencede ser (Baş) verseydi, her gün emniyetin nezarethanesinden oluk oluk tabutlar çıkardı. Hepimiz insanız ve her insanın da bir dayanma, direnme sınırı vardır. İşkence de çözülene haindir demek, ancak zayıf karakterli insanların söylemi olabilir, ya da şöyle söyleyeyim kendini ve insanı tanımayanların söylemidir. Direnmekte, mücadele etmekte, yoksulluk kaderim değil deyip grev yapmakta, mahpushanede delirmeden yatmakta, Adalet için yürümekte, sokağa çıkmakta, korkup sinmekte, benden buraya kadar demekte insana dair. Bunu kınayamazsın. Kınadığın an insanlığın bitmiş demektir. Çözülmek, yanı sır vermek insanın insana olan güvenini tüketmez mi? Zaten hep bunu işlediler. Bak işte en güvendiğin arkadaşın çözüldü seni sattı, kime güvendiğini gör, demek ki kimseye güvenmeyeceksin, devletine güveneceksin sadece dediler, içimize güvensizliği ekmeye çalıştılar, bunda da bir hayli başarılı oldular. Bunu sadece işkenceciler demiyor, annemiz babamız, abilerimiz ablalarımız, öğretmenlerimiz, dostlarımız da diyor. Güvenilecek insan kalmadı. Kimseye güvenme, yalnız kal, istenilen de tam da bu. Tek insan zayıf insandır. Bir başına grev yapamaz, bir başına özel mülkiyete dayalı sistemi değiştiremez… İnsan insana güvenirse Gezi gibi isyanlar olur. Bunu da egemenler hiç istemez. Her zaman söylüyorum, şimdide söyleyeceğim: Zayıf insanlar kimseye güvenmez, güçlü insan inatla herkese güvenir, ama önce kendine sonra yanındakilere.  Güçlü insana kimse zarar veremez, yıkamaz, yok edemez. Sarsabilir, etkileyebilir, ama tez toparlanır. Her insan gibi bana da insan olarak insandan zarar geldi, incitildim, kırıldım, satışa getirildim, kayıplarım oldu, ama bunların hiç biri benim insana olan inancımı güvenimi sarsmadı. İnsana olan güven bittiğinde bitkisel hayat başlar. Bir başınalık bitkisel bir yaşamdır. İşkence deyince aklımıza sadece emniyet nezarethanelerinde uygulanan işkence mi gelmeli? Elbette bu değil sadece. Bir babanın kızını sokağa çıkmasına izin vermemesi, eve bir mahkum gibi kapaması da bir işkencedir. Cezaevlerinde insanların kötü şartlarda tutulması da bir işkencedir. İnsanları umutsuz ve geleceksiz yaşatmakta bir işkencedir. Kimseye güvendirmeden, sevgisiz, saygısız, arkadaşsız, aşksız bir ortamda yaşatmakta bir işkencedir. İşsizlikte bir işkencedir. İnsanların yaşadıkları doğal ortamı katletmekte (Zeytin ağaçlarını kesmek, ormanlarda ağaç bırakmamak, Nükleer santraller kurmak) bir işkencedir. Bu söyleminden şu sonucu çıkarabilir miyiz, güvensizlik sevgiyi öldürür. Kesinlikle diyebiliriz. İşte bizim ikiyüzlülüğümüzün en büyük göstergesi. Hem diyeceksin insana güvenme, güvenilecek insan var mı, sonra kalkacaksın sevgiden söz edeceksin. Bu durumda ne sevgiden söz etmeye yüzümüz olmalı, neden aşktan. Sevginin ve aşkın yaşamadığı tek zemin güvensizliktir. Güvenmediğin insanı sevemezsin bu kardeşin de olsa, çocuğun da olsa. Sevgiden söz ediyorsan insana güveneceksin. Sevgiyi, aşkı, arkadaşlığı büyütmek gibi bir kaygımız varsa –ki bu kaygıyı her insan beyninde taşımalı- insana güvenmeliyiz. Hiçbir ihanet, hiç bir düşmanlık bizi sevgisizliğe düşürmemeli. İnadına hem kendimize güvenmeliyiz hem de bir başkalarına. İnsana güvenmeyen kendine de güvenemez. Kendine güvenmeyen insanın ne arkadaşı ne sevgilisi olur. Ve bir başına olan insan yenilmeye, aşağılanmaya, hor görülmeye mahkumdur. (EGEMEN)  

 

Yazar Muhittin Çoban sıradaşı bir isim. Uzun süredir yurtdışında yaşan Muhittin Çoban, bugüne kadar yazdığı kitaplarla adından sıkça söz ettiren bir isim oldu.  “Bir Gün, O büyük Gün Geldiğinde Mustafa Özenç, Sevgiliye Mektuplar, Bir Aşk Hikayesi” gibi ktapların yazarıdır Muhittin Çoban…

 

Muhittin Çoban ile üke gündemine dair konuştuk. Adalet Yürüyüşü,  Akademisyen Nuriye Gümen ve öğretmen Semih Özakça’nın 3 ayı geçen açlık grevi ve işkence üzerine hem sohbet ettik, hem de bir röportaj yaptık. İşte Adanalı yazar Muhittin Çoban ile yaptığımız o keyifli röportaj:

 

Son yazınız işkence üzerine, işkenceye nasıl bakılması gerektiğini anlatıyorsunuz. Bu konuyu yazınızda işlediğinize göre hala gündem de olan bir şey. Buna konuya geçmeden önce Türkiye’nin gündemini konuşmak istiyorum sizinle. Adalet yürüyüşü için ne düşünüyorsunuz?

-CHP’ nin başlattığı masumane Adalet Yürüyüşü’nü son derece önemsiyorum. Ne kadar doğru bir eylem olduğunu gün geçtikçe görüyoruz. Bunun doğruluğunu nasıl görüyoruz, Akp’ nin ve MHP’ nin şiddet içerikli tepkilerinden. Geç veya erken gibi gereksiz tartışmalara girmeden bu yürüyüşe tam destek verilmeli. Adalet yürüyüşüne tepki geliyorsa eğer, bu tepki ancak adaletsizlerden gelir. “Türkiye’ de adalet kalmadı diyebiliriz” rahatlıkla. Adalet kurumu tamamen iktidarın elinde, bu bile adaletsizliği gösteriyor. Bu yürüyüş bize gösterdi ki Adaletsizlerin CHP’ye bile tahammülleri yok. Adaletin olmadığı yerde yaşam aramak çok zor! Yaşamlarımızı yaşanır kılmak için adalete ihtiyacımız var. İktidarın adaletine güvenin kalmadığını gösteren bu yürüyüşü önemsiyorum. Tüm Türkiye bu yürüyüşe katılmalı, İnsani adaletine sahip çıkmalı.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın başlattığı 100 günü aştıkları yemek grevi için ne düşüyorsunuz? Sizce doğru bir eylem mi?

Gelinen noktada eylemin doğruluğunu tartışmanın hiçbir haklı nedeni olamaz. 113 gündür yemek grevindeler. Ne için? İşlerini istiyorlar. Ne kadar masum bir istek! Ellerinden zor kullanılarak alınan işlerini istiyorlar. Ne adına insanca yaşamak, aç kalmamak adına. Devletin, yani devletlerin görevi insanı yaşatmak olmalı. Huzurlu bir yaşam sağlamaktır bir devletin görevi. Devlet sadece kendisi gibi düşünenlere huzur, başarı ve çok kazanma ortamı sağlıyorsa, kendisi gibi düşünmeyenlere terörü, ölümü layık görüyorsa eğer o ülkede hiç bir şey doğru gitmiyordur. Bu masum iki insana sahip çıkmakta, Adalet Yürüyüşü’ne sahip çıkmak kadar anlamlıdır.

Geç kalınmadan, bu iki güzel insanın yaşamı sonlanmadan hakları verilmeli, sahip çıkılmalı. Bu insanlar bizden değil diyerek sessiz kalınamaz, ölmelerini izleyemezsiniz, bu insanlık ayıbıdır.

15  yıllık hükümeti başarılı buluyor musunuz?

Gayet başarılı bir hükümete sahibiz.

Başarısını anlatır mısınız?

Euro dört bini geçti, paramızın hiç değeri kalmadı. Asgari ücret 300 dolara kadar düşürüldü. İşsizlik yüzde 20’lere kadar çıkarıldı. Bir düşünsenize, 15 yılda erkekler tarafından katledilen kadın sayısı 14.300’ e varmış. Doğayı katletmekte üstlerine yok. Komşularımızla kavgalıyız. İnsanlarda huzur kalmadı. Güvenli bir gelecekleri yok. Başta gençler olmak üzere geleceğe dair umutları kalmadı. Sadece kendi gibi düşünenlere demokrasi var. Zindanlar doldu, taştı, balık istifi yatıyor insanlar. Şiddet her yerde tanık olunuyor. Sadece sokakta polis şiddeti yok, iş yerlerinde işveren şiddeti, okulda öğretmen şiddeti, evde koca şiddeti. Türkiye’ye kara bir çarşaf giydirdi bu hükümet. Ama Gezi isyanı ve Adalet yürüyüşü beni gelecek adına çok umutlandırdı.

Gelelim işkenceye. Nedir işkence? Hiç bitmeyecek mi işkence?

İşkencenin yaşı da özel mülkiyetle yaşıt! Mülkiyetini korumak isteyen, korumakla kalmayıp sürekli mülkiyetine mülk katmak isteyen egemenlerin başvurduğu yöntemlerden biri de işkence. Egemenler bunu kime uyguluyor, tabii ki mülksüzleştirdiklerine, yani mülksüz olan direnişçilere. O günlerden bu günlere kadar gelen şiddet yöntemlerinden biridir işkence.

İşkence nedir sorusuna vereceğim yanıt çok anlamlı olmayacağı kanısındayım, zira işkencenin ne olduğunu bilmeyen yoktur, nasıl yapıldığını da. Dayak bir işkence değildir, ama her işkence bir dayaktır. Askıya almak,  elektrik vermek, su dökmek, uyutmamak, sürekli ayakta tutmak, yalnız daracık hücreye kapamak, işkence seslerini dinletmek, hakaret emek, aşağılamak, falakaya yatırmak… Daha sayamadığımız çok yöntemleri var işkencecilerin.

İşkencenin amacı ne? Ne için işkence yapar egemenler?

İşkencenin amacı öldürmek değil elbet. İşkencede ölenlerin olması bu amacı taşıdığı anlamına gelmiyor, zira öyle amaçları olsa niye işkence yapsınlar, çığlıkları sabah akşam duysunlar, çığlıklardan geceleri uyku uyuyamasınlar. Bundaki amaçları özel mülkiyete dayanan sistemi korumak. Kimden korumak, mülksüz olanlardan! Örgütlenen mülksüzler örgütlenmesini dağıtmak. Bunun yollarından biri de işkencedir. İşkenceyle bilgi edinip, bu edinilen bilgiyle mülksüzlerin dayanışmasını dağıtmak.

İşkencede çözülmeye hâlâ hainlik olarak bakanların olması galiba sizi çok rahatsız etmiş, neden bu kadar rahatsız oldunuz? İşkencede çözülmek hainlik değil midir, sırları ele vermek?

İnsanı sırları egemenlere vermek elbette doğru değil. Bu sırrın hangi şartlarda verildiğine bağlı biraz da! İşkencede verilen sırlar hainliğe girmez. Zayıf insanlar çözülür gibi bir algı da var. Bu da doğru değil. Güçlü insanlarda çözülür, istemeyerek sırları verir. Dediğimiz gibi işkencenin amacı çözmek. İşkence bir saatlik bir günlük, bir haftalık bir aylık süreç değil. Üç ay, üç ay yetmiyor, altı ay sürüyor. Buna insanın dayanması hiçte sanıldığı gibi kolay değil, zira kolay olmadığını dinlediğimiz işkence öykülerinden anlayabiliyoruz. Ser vereceksin sır vermeyeceksin söylemi ancak kitabi söylemdir. Hayatta bire bir karşılığı yok. Her insan işkencede ser (Baş) verseydi, her gün emniyetin nezarethanesinden oluk oluk tabutlar çıkardı. Hepimiz insanız ve her insanın da bir dayanma, direnme sınırı vardır.

İşkence de çözülene haindir demek, ancak zayıf karakterli insanların söylemi olabilir, ya da şöyle söyleyeyim kendini ve insanı tanımayanların söylemidir. Direnmekte, mücadele etmekte, yoksulluk kaderim değil deyip grev yapmakta, mahpushanede delirmeden yatmakta, Adalet için yürümekte, sokağa çıkmakta, korkup sinmekte, benden buraya kadar demekte insana dair. Bunu kınayamazsın. Kınadığın an insanlığın bitmiş demektir.

Çözülmek, yanı sır vermek insanın insana olan güvenini tüketmez mi?

Zaten hep bunu işlediler. Bak işte en güvendiğin arkadaşın çözüldü seni sattı, kime güvendiğini gör, demek ki kimseye güvenmeyeceksin, devletine güveneceksin sadece dediler, içimize güvensizliği ekmeye çalıştılar, bunda da bir hayli başarılı oldular. Bunu sadece işkenceciler demiyor, annemiz babamız, abilerimiz ablalarımız, öğretmenlerimiz, dostlarımız da diyor. Güvenilecek insan kalmadı. Kimseye güvenme, yalnız kal, istenilen de tam da bu. Tek insan zayıf insandır. Bir başına grev yapamaz, bir başına özel mülkiyete dayalı sistemi değiştiremez… İnsan insana güvenirse Gezi gibi isyanlar olur. Bunu da egemenler hiç istemez.

Her zaman söylüyorum, şimdide söyleyeceğim: Zayıf insanlar kimseye güvenmez, güçlü insan inatla herkese güvenir, ama önce kendine sonra yanındakilere.  Güçlü insana kimse zarar veremez, yıkamaz, yok edemez. Sarsabilir, etkileyebilir, ama tez toparlanır. Her insan gibi bana da insan olarak insandan zarar geldi, incitildim, kırıldım, satışa getirildim, kayıplarım oldu, ama bunların hiç biri benim insana olan inancımı güvenimi sarsmadı. İnsana olan güven bittiğinde bitkisel hayat başlar. Bir başınalık bitkisel bir yaşamdır.

İşkence deyince aklımıza sadece emniyet nezarethanelerinde uygulanan işkence mi gelmeli?

Elbette bu değil sadece. Bir babanın kızını sokağa çıkmasına izin vermemesi, eve bir mahkum gibi kapaması da bir işkencedir. Cezaevlerinde insanların kötü şartlarda tutulması da bir işkencedir. İnsanları umutsuz ve geleceksiz yaşatmakta bir işkencedir. Kimseye güvendirmeden, sevgisiz, saygısız, arkadaşsız, aşksız bir ortamda yaşatmakta bir işkencedir. İşsizlikte bir işkencedir. İnsanların yaşadıkları doğal ortamı katletmekte (Zeytin ağaçlarını kesmek, ormanlarda ağaç bırakmamak, Nükleer santraller kurmak) bir işkencedir.

Bu söyleminden şu sonucu çıkarabilir miyiz, güvensizlik sevgiyi öldürür.

Kesinlikle diyebiliriz. İşte bizim ikiyüzlülüğümüzün en büyük göstergesi. Hem diyeceksin insana güvenme, güvenilecek insan var mı, sonra kalkacaksın sevgiden söz edeceksin. Bu durumda ne sevgiden söz etmeye yüzümüz olmalı, neden aşktan. Sevginin ve aşkın yaşamadığı tek zemin güvensizliktir. Güvenmediğin insanı sevemezsin bu kardeşin de olsa, çocuğun da olsa. Sevgiden söz ediyorsan insana güveneceksin. Sevgiyi, aşkı, arkadaşlığı büyütmek gibi bir kaygımız varsa –ki bu kaygıyı her insan beyninde taşımalı- insana güvenmeliyiz. Hiçbir ihanet, hiç bir düşmanlık bizi sevgisizliğe düşürmemeli. İnadına hem kendimize güvenmeliyiz hem de bir başkalarına. İnsana güvenmeyen kendine de güvenemez. Kendine güvenmeyen insanın ne arkadaşı ne sevgilisi olur.

Ve bir başına olan insan yenilmeye, aşağılanmaya, hor görülmeye mahkumdur. (EGEMEN)

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.