“Elektrik, kar hırsıyla özel sektöre bırakılamaz”

 

 

ADANA - TMMOB EMO Adana Şubesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen 11. Enerji Sempozyumu kapsamında “Enerjinin Geleceği” Paneli yapıldı. Panelde, plansızlık nedeniyle elektrikte bugün arz fazlası oluştuğu, bunun başka hizmetlerde kullanılacak kamu kaynaklarının özel santrallar lehine israf edildiğini de gösterdiği belirtilerek, bir kamu hizmeti olan elektriğin sadece “kar maksimizasyonu” hedefiyle hareket eden özel sektöre bırakılamayacağı, mutlaka kamu eliyle yürütülmesi gerektiği vurguladı.

 

EMO Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yeşil, başkanlığını yaptığı “Enerjinin Geleceği” Panelinin açılışında, TMMOB ve odalar üzerindeki iktidar baskısının giderek arttığına dikkat çekerek, bunun son örneğinin Kimya Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu’nun yargı kararıyla görevden alınmak istenmesi olduğunu söyledi. EMO’nun da üzerinde baskılar olduğunu anlatan Yeşil, özellikle son dönemde Türk Telekom, yaz saatinin kalıcılaştırılması gibi konularda yaptıkları çalışmaların iktidarı rahatsız ettiğini kaydetti.

Hazine eski Müsteşar Yardımcısı Recep Hakan Özyıldız, “Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) Projelerine Mecbur muyuz?” başlıklı sunumunda, KÖİ’nin bir proje finansmanı olduğunu belirtti. Altyapı yatırımlarının inşaat ve işletme süresi olarak uzun vadeli olduğuna dikkat çeken Özyıldız, “İnşaatı uzun, işletme süresi de uzun olan bir projeye para aradığınız zaman ister kamu, ister özel olsun, uzun vadeli para bulmak zorundasınız” dedi.  2018 yılı bütçesine ödenek konularak, ilk kez özel sektörün KÖİ projeleri için aldığı dış borçlarına Hazine garantisi verildiğini belirten Özyıldız, “Siz bir kısım özel işletmenin borçlarını ‘şartlar yerine gelirse ben öderim’ diyorsanız, ‘Öteki kısmın borçlarını ödemem’ diyemezsiniz. Türkiye’de bugün reel sektörün 350 milyar dolara yakın borcu var dışarıya. Borç verenler her zaman ellerinde uygun silahlarla gelip sizden o tahsilatı yaparlar” diye konuştu.

“KÖİ, Kamu Eliyle Zengin Yaratma Projesidir”

Özyıldız, yapılan çalışmalara göre dünyada 2017 ile 2035 yılları arasında 70 trilyon dolarlık altyapı yatırımına ihtiyaç bulunduğu; bunun yüzde 60’ına denk gelen yaklaşık 40 trilyon dolarlık bölümünün de gelişmekte olan ülkelerde olduğunu kaydetti. Türkiye’de 2023 proje hedefleri kapsamında KÖİ ile 325 milyar dolarlık yatırım yapılmasının planlandığını anlatan Özyıldız, projeler için uzun vadeli kaynağın gelişmiş ülkelerde olduğuna işaret etti.

“1.2 Milyar Kişi Elektrikten Yoksun”

Enerji İşleri eski Genel Müdürü Budak Dilli, “Enerjide Sürdürülebilir Gelişme, Fırsatlar, Zorluklar” başlıklı sunumunda, dünyada şu anda büyük bölümü Afrika’da olmak üzere 1.2 milyar kişinin elektrikten; 2-3 milyar kişinin de modern enerji kaynakları, ısınma ve pişirmede kullanılacak kaynaklardan yoksun olduğunu belirtti. Enerji talebinin kaçınılmaz olarak artacağını ancak bu enerjinin hangi kaynaklardan karşılanacağı ve nasıl sınırlanacağına yönelik hedefler konulduğunu anlatan Dilli, AB’nin sera gazı emisyonlarını 2020’de 1990 seviyesine göre yüzde 20; 2030’da yüzde 40 ve 2050’de de yüzde 80-95 oranında azaltmayı öngördüğünü, bunun çok iddialı bir hedef olduğunu söyledi. Enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının da artırılmasının hedeflendiğine dikkat çeken Dilli, yenilenebilir enerjide maliyetlerin düşmesiyle yeni fırsatların doğduğuna işaret etti.

Türkiye’de 1923’te sadece 33 MW olan kurulu gücün bugün 80 bin MW’ı aştığına dikkat çeken Dilli, “Kurulu güç her 10 yılda yüzde 137 artmış. Kurulu gücün yüzde 56’sı termik ama üretime baktığımızda termik kaynakların kullanım faktörlerinin yenilenebilire göre yüksek olması nedeniyle tükettiğimiz enerji içinde yenilenebilirin payı hidrolojik barajlarda, yağışlara, rüzgarlara vs. bağlı olarak değişmekle beraber yüzde 25-30’lara çıkmış durumda” diye konuştu.

Türkiye’nin birincil enerjide dışa bağımlığının yüzde 70’in üzerinde olduğuna işaret eden Dilli, “Elektrik enerjisinde dışa bağımlılık 2000 öncesinde yüzde 40-45 seviyesindeydi, şimdi yüzde 40-45 yerli olmaya başladı. İthal bağımlılığı kafasına takmayanlar olabilir. Ama siz eğer bugün ‘Ey bilmem ne’, yarın ‘Ey bilmem ne’ derseniz, o ey dediğiniz ülkelerden de enerjinizin yüzde 80’ini ithal ediyorsanız bu sizin için sorun” görüşünü dile getirdi.

 “Elektrik Sistemi, 100 Yıl Öncekiyle Aynı”

Enerji Sempozyumu Düzenleme ve Yürütme Kurulu Başkanı Nedim Bülent Damar, “Uygulanan Politikalar Çerçevesinde Türkiye’de Elektrik Enerjisinin Geleceği” başlıklı sunumunda, bütün elektrik enerjisi politikalarının ülkede yaşayan insanların elektrik ihtiyacını karşılamayı hedeflediğini, bu elektriğin de yeterli, kesintisiz, kaliteli, uygun fiyatlı ve çevreye uyumlu olması gerektiğini belirtti. Türkiye’ye elektriğin 1900’lü yılların başında geldiğini ve daha sonraki gelişim sürecini anlatan Damar, özel sektör devlet karışımı bir sistemin oluştuğunu, 1970 yılına gelindiğinde ise elektriğin devlet eliyle tekel olarak yapılmasına karar verilerek TEK’in kurulduğunu kaydetti. Ancak bu sürenin çok kısa sürdüğünü belirten Damar, 1984’te çıkan yasalar ve ardından 2002 yılında elektrik hizmetinin bir piyasa hizmeti olarak nitelendirilmesiyle elektriğin ticari bir mal olarak tarifelendirildiğini anımsattı. Sonuçta Türkiye’nin dünyanın en fazla enerji üreten 20. ülkesi ve Avrupa’nın 6. en büyük elektrik tüketicisi haline geldiğini, elektrik üretiminin yüzde 63’üne serbest üretim şirketleri adı altında özel sektörün sahip olduğunu ve devletin elinde yüzde 25’lik üretim şirketi kaldığını anlatan Damar, şunları söyledi:

“Geri kalan yüzde 12-13 de devletin malı, ama özel sektör tarafından işletilir hale gelmiş. İletim ise tamamen devletin elinde. Türkiye 1000 yılda elektrik ağlarıyla tamamen sarılmış, her taraf elektriklendirilmiş. Elektrik dağıtımına gelince bir başka yöntem uygulanmış: Türkiye’yi 21 bölgeye bölelim, mal bizim olsun, bunları devredelim onlar işletsin, işletmeden kar verelim, bunlar bir çivi çakarsa da o yatırımların parasını da verelim. Şu anda Türkiye’deki sistem böyle. 100-110 yıl önce elektrik geldiğindeki durum neyse bugün de hemen hemen aynısı. Elektrik hizmetlerinin bir piyasa hizmeti olması için her şeyi yapıyor. İhale yapıyor, alım garantisi veriyor, kaynak tahsisi yapıyor. Yürürlükteki hizmet devlet kontrolünde özel sektörün yürütmesinde devletin desteğinde bir sektör durumunda.”

 “Neoliberal Politikalar Yoksulluk, Hastalık Yaratır”

Gazi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Aziz Konukman, enerji talep tahminlerinin büyümeden bağımsız çizilemeyeceğini belirtirken, “Tersine döndüğü anlar vardır, kriz anları, enerji krizleri. Büyümeyi enerji krizi kısıtı altında yapmak zorunda olduğunuzda o zaman enerjiyi dikkate alırsınız, yoksa büyümeyi esas alırsınız” dedi. Büyümenin nasıl olacağının iktisat politikalarına bakarak anlaşılabileceğini kaydeden Konukman, IMF ve Dünya Bankası politikaları sonucunda dünyada sorunların çözülmediğine, hatta yeni krizlerin çıktığına işaret etti. Konukman, şöyle konuştu:

“Kağıt üzerinde sermayeden alacağımız vergiden vazgeçiyoruz, peki kime harcıyoruz, yine sermaye çevrelerine harcıyoruz. Neoliberal politikalar yoksulluk, hastalık yaratır. Bunun üzerine yoksulluk paketleri gelir. Ama yoksulluğu ortadan kaldırmak yok. Ne yapacaksınız, yöneteceksiniz. Sosyal devletin bütün unsurları tasfiye edilerek, sadaka devlet, hayırsever devlet getiriliyor. Bu, kamu maliyesinin en önemli devlet biçimlerinden biri. Peki ne farkı var? Sosyal devlet iyi bir şey. Anayasalar ile tanımlanmış, bütçe hakkı belgelere girmiş, o kazanılmış hak, oradan geri aldım diyemezsin. Ama sadaka devlet ‘Bugün veririm yarın vermem; bu belediyeye veririm öbürüne vermem’ der. Popülizm denilen bir illet var, bütçeyi tırtıklıyor. Siyaseti ekonomiden uzaklaştıralım. Neyle yapacağız bunu, yönetişim modeli ile yapacağız. Nedir yönetişim, bürokrasi olacak, sermaye olacak, bir de sivil toplum kuruluşları olacak.”