“Zenginler havayı kirletiyor, yoksullar ölüyor”

 

ADANA - TMMOB 11. Enerji Sempozyumu’nun ilk oturumunda konuşan Türk Toraks Derneği’nin kurucularından Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Kocabaş, dünyada yılda 9 milyon insanın çevre kirliliğinden öldüğünü bildirdi. Dünyada en zengin yüzde 1’lik kesimin karbon emisyonlarının yüzde 50’sini gerçekleştirdiğine dikkat çeken Kocabaş, hava kirliğinden en çok yoksulların, özellikle de yoksul mahallerdeki çocukların etkilendiğini belirterek, “Zenginler kirletirken, yoksullar ölüyor” dedi.

Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde yapılan TMMOB 11. Enerji Sempozyumu kapsamında EMO Adana Şube Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Mak’ın yönetiminde “Enerji, Çevre ve Toplum” oturumu yapıldı. Oturumda ilk olarak söz alan Prof. Dr. Ali Kocabaş, “Enerji Politikaları ve Küresel Sağlığa Etkileri” başlıklı sunumunda, insan sağlığı ile ilgili risk faktörlerinde Sanayi Devriminden sonra geçen 250 yıl içinde gerçekleşen değişimi ele aldı. Geçen 250 yıl içinde tütün, aşırı kilo, fiziksel aktivite yetersizliği, mesleki riskler, trafik ve dış ortam hava kirliliğinin temel risk faktörleri haline geldiğini; daha önce enfeksiyon ve travmalar sonucu yaşamını kaybeden insanların günümüzde kalp-damar hastalıkları, kanser, KOAH, diyabet gibi kronik hastalıklarla karşı karşıya kaldıklarını anlattı. Dünyada ölümlerin yüzde 72’sinin artık kronik hatalıklardan kaynaklandığı; yılda 9 milyon insanın çevresel kirlilik nedeniyle öldüğünü kaydetti. 

“Sanayi devriminden sonra bunlar niye ortaya çıktı?” sorusunun karşılığında serbest piyasa ekonomisi ve küreselleşmeyle karşılaşıldığını ifade eden Prof. Kocabaş, tütün kullanımı nedeniyle 6.4 milyon, hava kirliliğinden 6.5 milyon insan öldüğünü belirtti. Hava kirliliği kaynaklarının da değiştiğine değinen Kocabaş, daha önce volkanik patlama, orman yangınları, toz fırtınalarıyken, şimdi fosil yakıt (kömür, petrol, doğal gaz) kullanan endüstriler, termik santrallar, demir çelik, çimento fabrikaları, trafik araçları (araba, tren, uçak vb), ısınma sistemleri ile atıkların yakılması toprağın kazılması, taş ve maden ocaklarının dış ortam hava kirliliğinin esas kaynakları olduğunu bildirdi.

Hava kirliliğinden en çok yoksul mahallelerdeki çocukların etkilendiğini, hava kirliliğinin organların gelişmesini engellediğini, akciğer ve beyin gelişiminde de bu olumsuz etkinin görüldüğünü ifade eden Kocabaş, yetersiz akciğer gelişiminin ileride astım ve KOAH’a, yetersiz beyin gelişiminin ise zeka geriliği, anksiyete ve depresyona yol açabileceğini belirtti.

Sosyoekonomik durum ile dış ortam hava kirliliğine maruziyet arasında yakın bir ilişki bulunduğunu belirten Prof. Kocabaş, Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Birliği ve Türkiye’nin hava kirliliği için farklı değerleri (standartları)  kullandığını, Türk Toraks Derneği tarafından bu yıl yapılan bir çalışmaya göre Dünya Sağlık Örgütü’nün değerlerine göre Türkiye’de yalnızca Artvin’in temiz olduğunu, yani hemen bütün Türkiye’nin kirli hava soluduğunu bildirdi.

Kocabaş, Türkiye’de her yıl 33 bin 300 kişinin hava kirliliğinden öldüğünü belirtirken, trafik kazalarında ölüm sayısının 3 bin olduğunu, yani bunun 11 katı daha fazla insanın hava kirliliği nedeniyle yaşamını yitirdiğini ortaya koydu.

“Yeni Bir Enerji Modeline Hazırlanmalıyız”

Gazeteci-Yazar Özgür Gürbüz “Enerji Demokrasisi” başlıklı sunumunda, yenilenebilir enerji alanında yaşanan gelişime dikkat çekerek, artık yeni dünyada yeni bir modele hazırlanmak zorunda olduğumuzu vurguladı. “Enerji demokrasisi işte bize bunu vaat ediyor. İnsanlara enerji sağlamalıyız, bunu çevreci yollardan insanlara zarar vermeden yapmak zorundayız. Temiz enerji kurup, bunu herkese adil bir şekilde ulaştırmak zorundayız” diye konuşan Gürbüz, enerjide yerel üretimin enerji demokrasisi açısından da önemli olduğunu savundu. Mülkiyetin kamuda olması gerektiğini, ancak burada kamunun illa devlet olması gerekmediği, enerji kooperatiflerinin bu anlamda iyi bir örnek olduğunu, enerji kooperatifleri için de belediyelere büyük görev düştüğünü anlatan Gürbüz, “En ucuza işçiyi çalıştırmak marifet değil, onların sağlıklı uygun koşullarda çalışacağı faaliyet alanı yaratmak marifet” dedi.

“Talep Tahmini Değil, Talep Yönetimi Gerekli”

Gürbüz, TEİAŞ’ın yayımladığı talep tahmini projeksiyonlarındaki büyük sapmalara dikkat çekerek, yüksek talep beklentileriyle yatırımlar yaptırılmasının yarattığı soruna değindi. Enerji demokrasisinin bu noktada talebi tahmin etmeyi değil, talebi yönetmeyi gündeme getireceğini ifade eden Gürbüz, örneğin binalar yapılırken en başından enerji talebi en alt seviyede olacak şekilde yapılmasını sağlamak üzere kurallar konulması ve denetlenmesi gerekliliğini anlattı. Gürbüz, “Aksi takdirde sınırlı enerji kaynaklarıyla o talebi karşılayamazsınız. Her yere kömür santralı kurmaya çalışırsınız. Çıkmak için yaz saati gibi uygulamalar denersiniz” diye konuştu. Yaz saati uygulamasının kalıcılaştırıldığı 2016 yılında yaz saati uygulamadan önceki bir hafta ile sonraki haftada sıcaklık değerlerinin neredeyse aynı olduğu 2 gün için İstanbul ve Ankara’daki sabah 07.00 ve akşam 17.00 saatlerindeki tüketimleri karşılaştıran Gürbüz, 1450-1938 megavat saat arasında değişen saatlik tüketim fazlalıklarının görüldüğünü ortaya koydu.

 Özgür Gürbüz, enerji dönüşümünün yalnızca gelişmiş ülkelerde olmadığını, gayrisafi yurtiçi hasılaya göre yatırım oranlarına bakıldığında Bolivya, Senegal, Ürdün, Honduras, İzlanda gibi ülkelerle karşılaşıldığını kaydetti. Elektrik araçların toplu taşımada kullanımının önemine de dikkat çeken Gürbüz, enerji verimliliğinin endüstriyel anlamda yaşama geçirilmesi gerektiğini belirtirken, hizmet sektöründe enerji yoğunluğunun düşmeye başladığını belirtti.

“Enerji Sorunu Küresel”

Greenpeace Akdeniz Bölgesi Hukuk Danışmanı Avukat Deniz Bayram, enerjide sorunun yerel ya da ulusal değil küresel olduğunu ileri sürerek, küresel dayanışmanın önemine dikkat çekti. Kömürün uluslararası işgücü istismarına yol açtığını anlatan Bayram,  Türkiye’de ithal kömüre dayalı üretimin, yerli kömürden daha fazla olduğuna işaret ederek,  “Kolombiya’da çok zor koşullar altında, birçok ölümlü olayın gerçekleştiği madenlerden gelen kömür Türkiye’deki santrallarda kullanılıyor” diye konuştu.

Deniz Bayram, 2008-2015 yılları arasında 22.5 milyon insanın iklim değişikliğinin neden olduğu sel felaketleri sonucunda yerinden edildiğini, yaşanan felaketlerin ciddi travmalara yol açtığını ve bugün birçok ülkenin hava kirliliğinin yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle Çin’den mülteci kabul ettiğini belirtti. Paris İkim Anlaşması’nı kabul eden ülkelerin karbon emisyonlarını azaltma taahhütleri olduğuna işaret eden Bayram, iklim değişikliğine karşı şu anda durdurulamaz bir mücadelenin yürütüldüğünü kaydetti. Kömür ve fosil yakıtlara karşı kampanyalar yapıldığını, aslında dünyada kömürden vazgeçişin çoktan başladığını anlatan Bayram, “Dünyada ciddi bir küresel hareket var. Bankalar, üniversiteler, çeşitli şirketler kömürü finans portföylerinden çıkarmaya başladılar. ABD Paris İklim Anlaşması’ndan çıkmış olmasına rağmen, ABD’nin birçok eyaleti bu anlaşmanın hedeflerini uygulamayı taahhüt etti” diye konuştu.

Uluslararası Hukukta ‘Doğa Suçu’ Yok

Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sedat Çal, kutsallaştırılmış mülkiyet kavramına dayanarak yaptırımı bulunan uluslararası yargı düzeninin çevre konusunda ortada görünmediğine dikkat çekerek, “Doğaya verilen zarardan dolayı, örneğin hükümet zeytin bahçelerini mahvetti deyip, zeytin bahçesi sizin değilse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava açılması söz konusu değil. Doğa suçu şeklinde Lahey’de insan hakları soykırımı gibi bir yargılama merci de şu anda yok” dedi.

Karbon salımlarıyla ilgili ülkelerin farklı yaklaşımlar içinde olduklarına dikkat çeken Çal, örneğin Çin’de karbon salımları noktasında “Bugüne kadar siz kirlettiniz, azıcık da biz nasiplenelim” yaklaşımının görülebildiğini; Batı’da da bu kadar ucuza mal tüketmenin, tüketici refahına sahip olmanın bir yolunun da Çin’den gelen ürünlerle sağlandığının belirtilebildiğini ifade etti. İşin bir tarafında da enerji güvenliğinin yer aldığını, ülkelerin enerji bağımlılığını azaltma noktasında kendilerini kömür kaynaklarını kullanma zorunluluğunda hissedebildiklerini anlatan Çal, kötü yatırımların kendi ülkelerinde değil ama kendilerinin de bu üretimden yararlanacakları biçimde arka bahçelerinde yer alan ülkelerde gerçekleştirilmesine yönelik yaklaşımların da görüldüğünü kaydetti.