Masumiyet karinesi; bir kimsenin suçluluğu ispatlanana kadar masum olduğunun kabul edilmesi gerekliliğini ifade eden bir kavramdır.
Suçluluğu yargı kararlarıyla tüm ispat kuralları yerine getirilerek hüküm altına alınmamış bir kimsenin yargılama süreci boyunca veya sonrasında o suçu işlemediği yönünde sanığın lekelenmeme hakkını koruyan ilkeye masumiyet karinesi denilmektedir.
Bu ülkemizde ve uluslarası hukuk düzenlemelerinde oldukça yerleşik bir ilke olmakla birlikte, kökeni Eski Roma Hukuku’na kadar dayanmaktadır. Eski Roma’da düşünce suçlularının yargılanmalarında işkence yapılarak suçun işlendiği ikrar yoluyla ispatlanmaktadır. Bu süreçte işkenceden usanan kişiler suçu kabullenerek ikrar etmektedir. Bu kavramda, yapılan bu hukuksuz uygulamaya duyulan tepki sonrasında doğmaktadır. Kavramın değerinin anlaşılması ve gerçek anlamda uygulanması ise 18.yy Avrupası’nda kendini göstermektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ‘’Bir suç ile itham edilen herkes suçluluğu yasal olarak sabit sayılıncaya kadar suçsuz sayılır. ‘’ şeklinde yer alırken sözleşmeyi imzalamış olan ülkemizin en üst hukuk normu olan Anayasasında ise ‘’ Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.’’ şeklinde yer almaktadır.
Buna karşın ceza muhakemesinde yargılama sürecinde bu ilkeyi destekleyen ve sanığın suçu ispat edilene kadar lekelenmeme hakkını koruyan birçok kanun maddesi mevcuttur. Bunlara örnek olarak CMK (Ceza Muhakemesi Kanunu) md. 157 soruşturmanın gizliliği, md. 183 adliye binası ve duruşma salonlarında ses görüntü alan aletlerin kullanılması yasağı, md.223/2e maddesinde beraat gerekçesi olarak Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması gibi birçok uygulama söz konusu olmaktadır.
Ancak kanunlarımız maddi gerçeğe ulaşana kadar sanığın masumiyet karinesiyle lekelenmeme hakkını her ne kadar korumaya çalışmış olsa da toplumda bir suç dolayısıyla yargılanan kimsenin suçlu ilan edilmesi söz konusu olmaktadır. Bir de güvenlik tedbiri olarak alınan bir tutuklama kararı var ise söz konusu kişi çevresi tarafından tamamen o suçu işlemiş ve lanetlenmiş olarak anılmaktadır.
Oysa tutuklama bir tedbirdir. Kişinin suçlu olduğu ispatlanıncaya kadar delillerin araştırılması, değerlendirilmesi ve maddi gerçeğe ulaşılması için öngörülebilecek bu tebdir kişinin o suçu kesin olarak işlediğini göstermemektedir. Sadece kuvvetli bir suç şüphesi altında bulunduğunu ifade etmektedir. Tutuklama ile güdülen gaye, şüpheli veya sanığın delilleri karartma, değiştirme, tanık , mağdur veya diğer kişiler üzerinde baskı kurma şüphesinin veya kaçmasının önüne geçmek için alınan bir tedbirdir.
Sanığın suçluluğu ancak ve ancak tüm yargılama işlemlerinin sonucunda mahkemece verilecek hüküm ile sabit olmaktadır. Ki bu durumda yüksek yargı organlarınca istinaf ve temyiz kanun yollarının tükenmiş olması da önemli bir kriter olmaktadır. Bir kimsenin suçluluğu kesin hükme bağlanmayana kadar masum sayılması, genel suç teorisi açısından çok önemlidir. Toplumda hukuka ve adalete olan inancın sağlamlaşabilmesi için ilk önce toplumun bu ilkeyi benimsemesi gerekmektedir.
CesareBeccaria’ nınSuçlar ve Cezalar Hakkında kitabında söylediği gibi ‘’Factanonpraesumuntur, sedprobantur: Olaylar varsayılmaz, kanıtlanır.’’