Dün bir kafede kahvemi yudumlarken, yan masaya genç kuryeler oturdu. Bir süre sessizce dinledim, sonra dayanamayıp sordum:
— İşler nasıl gidiyor?
Gözleri dertle doluydu. İçlerinden biri, “Abi berbat,” diye söze girdi. “Eskiden günde 60-70 paket taşıyordum, şimdi 30-35’e düştü.” Diğeri de başını sallayarak onayladı, “Aynı durum bizde de var. Kargo ve kurye işleri çok düştü.”
Bu cümleler, aslında içinde bulunduğumuz ekonomik tablonun küçük ama net bir yansımasıydı. Piyasayı anlamanın en iyi yolu, onun en hareketli aktörlerine kulak vermek değil mi zaten?
Sohbet ilerledikçe başka dertler döküldü masaya. Meğer her kuryeci, vergi levhası olan bağımsız bir işletmeymiş. Çalıştıkları platformlar, her paket başına fatura kestiriyormuş. Yani, sistem onları bir çalışan olarak değil, birer küçük işletme olarak görüyormuş. Motorlarının bakım masrafları, yedek parça fiyatları derken kazançlarının büyük kısmı zaten eriyormuş. İnsanların kendilerine değersiz davrandığını, trafikte sıkıştırıldıklarını, sürekli risk altında olduklarını anlattılar.
Tüm bu serzenişleri dinledikten sonra, gülümseyerek şunu söyledim:
— Aslında siz de ekonomi gibisiniz.
Önce şaşkınlıkla baktılar, sonra gülerek başlarını salladılar. Çünkü gerçekten de öyleydi. Kuryelerin işleri nasılsa, ekonomi de öyleydi. Talep düşerse, kazanç azalır. Maliyetler artarsa, işletmeler zorlanır. İnsanlar daha az sipariş verirse, sokakta daha az motor görünür. Enflasyon, vergi yükü, maliyetler… Bunların hepsi, küçük esnafın ve bağımsız çalışanların omuzlarına yük bindirirken, büyük resimde ekonominin nabzını tutan göstergeler haline geliyor.
Mehmet Şimşek’in işi zor, kabul. Ama sokaklarda hızla akan o kuryelerin de işi ondan az zor değil. Çünkü onlar, sadece paket taşımıyorlar; aynı zamanda ekonominin en görünür aynası olarak, günümüz Türkiye’sinin gerçeklerini de sırtlarında taşıyorlar.