Komünistler Madrid'de Faşizme Karşı Mücadele Deneyimlerini Konuştu

SİYASET 14.05.2024 - 10:30, Güncelleme: 14.05.2024 - 10:30 2969+ kez okundu.
 

Komünistler Madrid'de Faşizme Karşı Mücadele Deneyimlerini Konuştu

Türkiye Komünist Partisi'nin kurucuları arasında yer aldığı Avrupa Komünist Hareketi (AKH) geçtiğimiz hafta sonu Madrid’de bir konferans düzenledi.
 İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet halklarının faşizme karşı zaferinin yıl dönümü günlerine denk gelen buluşmanın teması faşizm karşıtı mücadeleler oldu. Anti-faşist cephe deneyimlerinden çıkarılan tarihsel dersler ve komünistlerin faşizme karşı bugün verdiği mücadelelerin masaya yatırıldığı toplantıda her bir katılımcı parti kendi deneyimini aktarmak üzere söz aldı. Konuşmalarda ülke tarihlerinde faşizmin gelişimi, faşizmin kapitalizmle ilişkisi, Komünist Enternasyonel’in başta 7. kongre kararları olmak üzere faşizme karşı politikaları, Halk Cephesi deneyimleri ve sonuçlar ele alındı. Avrupa’da kriz, işçi sınıfına yönelik saldırılar ve derinleşen yoksullaşmaya eşlik eden faşist yükselişe karşı komünistlerin mücadelesi üzerinde duruldu. Avrupa’nın her yerinde Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin sembollerine yönelik artan saldırılar ve 9 Mayıs’ın Sovyet halklarının büyük özveriyle faşizme diz çöktürdüğü bir tarih olduğunun unutturulmaya çalışılmasına karşı ideolojik mücadelenin önemi vurgulandı. Toplantıda AKH üyesi partilerin paylaştığı ortak ideolojik ve politik zeminde diğer konularda olduğu gibi anti-faşist mücadele başlığında da ortak çalışma ve deneyim paylaşımlarının güçlendirilmesi ihtiyacı dile getirildi. TKP Türkiye deneyimini ve partinin güncel mücadelesini anlattı Toplantının katılımcıları arasında yer alan Türkiye Komünist Partisi heyeti adına yapılan konuşmada Türkiye’nin faşizm ve anti-faşist mücadele deneyiminin Avrupa’da yaşanan tarihsel süreçten pek çok açıdan farklı olduğu belirtilerek bu deneyimin çeşitli yönlerine değinildi. Soğuk savaş yıllarında egemen sınıf ve emperyalizmin ülkedeki devrimci yükselişe karşı inşa ettiği ve kullandığı faşist hareketle mücadelede Türkiye solunun gösterdiği zaaflara işaret edilen konuşmada “Türkiye’de  işçi sınıfının en örgütlü olduğu, solun toplumsal alanda meşrulaştığı ve modern  tarih içinde devrimci bir krize en fazla yaklaşıldığı bir evrede Türkiye'de devrimciler bir bütün olarak sermaye düzenini yıkmaya dönük stratejiler yerine düzenin sokak gücüne karşı bir alan savaşına kilitlenerek vakit kaybetmiş ve asli görevlerinden uzaklaşmış oldu” denildi. Türkiye’de kriz ortamına eşlik eden artan sermaye saldırılarının Türkiyeli emekçileri düzen siyasetine yabancılaştırırken diğer yandan bir tuzak olarak milliyetçi seçenekleri gündeme getirdiği ifade edildi. Bu bağlamda, “Türk emekçileri arasında Kürt düşmanlığının ve göçmen karşıtlığının yaygınlaşması, Kürt emekçilerin Türkiye’yle bağlarını kopararak Kürt milliyetçiliğinin geri ideolojisine ve programına angaje olması sınıfın bölünmesine ve devrimci potansiyelinin zayıflamasına neden olmaktadır. TKP milliyetçi yükselişe zemin yaratan sermaye saldırılarına karşı etkili bir mücadele yürütmeyi kendine görev bilmektedir. Sınıf içinde milliyetçiliğin etkisinin artması ve etnik temelli bir boğazlaşmaya kadar gidebilecek bir sürecin önünün açılmasına karşı sınıf siyasetinin güçlendirilmesi ve sınıf içinde komünizmin meşrulaşması için elinden geleni yapmaktadır.” sözlerine yer verildi. Son olarak Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi deneyiminin aktarıldığı konuşmada TKP’nin  “iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşıyla çok güncel olarak beliren  liberal açılım karşısında farklı politik duyarlılıkları olan iki kesime inceltilmiş müdahalelerde bulunduğu” belirtildi ve “bir yandan, sosyalizme yaklaşan Cumhuriyetçi, yurtsever ve laik kesimlerdeki Türk milliyetçisi refleksleri törpülemeye, öte yandan Kürt emekçileri ve gençlerinin devlet baskısı, gericilik ve yoksullaşma karşısındaki tepkilerinde Cumhuriyetçi ve sosyalist arayışı canlandırmaya çalışmaktadır” denildi. İspanya İşçilerinin Komünist Partisi’nin ev sahipliğinde düzenlenen toplantıya katılan partiler şöyle: Avusturya Emek Partisi, Komünist İşçilerin Partisi – Barış ve Sosyalizm için (Finlandiya), Fransa Komünist Devrimci Partisi, Yunanistan Komünist Partisi, İrlanda İşçi Partisi, Komünist Cephe (İtalya), Yeni Hollanda Komünist Partisi, İsveç Komünist Partisi, Türkiye Komünist Partisi.    Uluslarası Tugay Anıtı'nı ziyaret ve Komünist Gençlik'le sohbet Toplantının ardından katılımcılar Feuncarral Mezarlığında İspanya İç Savaşı sırasında bölgede hayatını kaybetmiş yüzlerce anti-faşist savaşçı anısına yapılmış Uluslararası Tugay Anıtı’nı ziyaret etti. Heyet aynı mezarlıkta bulunan Sovyet Tugayı Anıtı'na karanfil bıraktı. Ardından İspanya İşçileri Komünist Partisi genel merkezinde partinin gençlik örgütü üyeleriyle bir araya gelerek sohbet etti. İspanya’da üniversite kampüslerinde kendilerinin aktif rol oynadığı Filistin halkıyla dayanışma eylemleri hakkında bilgi aldı. TKP heyetinin toplantıda yaptığı konuşmanın tam metni şöyle: Türkiye’de modern cumhuriyet tarihi içinde faşist hareket ve faşizm karşıtı mücadele özellikle soğuk savaş yıllarına damga vurmuştur. Türkiye’de faşizm temelde komünistlere, devrimcilere ve işçi sınıfına karşı egemen sınıf ve emperyalizm tarafından paramiliter bir güç olarak yapılandırıldı ve kullanıldı.  Türkiye’de faşist ideolojinin örgütlenmeye başlamasının tarihini ise II. Dünya Savaşı yıllarına götürmek mümkün. Uluslararası faşist ideolojinin genel çerçevesiyle Türkçü/ırkçı fikirlerin kaynaştırıldığı bu dönemde Türk faşistleri Nazilerin desteğiyle örgütlendiler. Nazilerin yenilgisinin kesinleştiği tarihte savaş boyunca Nazilere verdiği örtük desteği görünmez kılma derdine düşen Türk hükümeti 1944 ırkçılık/Turancılık davası olarak anılan mahkeme sürecinde Nazi desteğiyle palazlanmış Türkçü faşist hareketin liderlerine göz dağı vermeye çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren komünistlerin baskı altında tutulması ve etkisizleştirilmiş olmaları, işçi sınıfının her tür örgütlenme olanağının elinden alınmış olması, tek parti iktidarının savaşta açık taraf tutmaktan kaçındığı ve resmen “tarafsız” kaldığı koşullarda anti-faşist mücadelenin toplumsallık kazanmasını engelledi. Anti-faşizm bu dönemde büyük oranda ilerici  aydınların temsil ettiği bir siyasi tutum olarak kaldı.  Savaş yılları boyunca  İngiltere ve Almanya arasında  denge oyunu oynayan Türk egemen sınıfı içinde anti-faşist mücadelenin merkez üssü olan Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlık güç kazandı. Türkiye savaşın hemen sonunda ABD işbirlikçiliğini ve Sovyet karşıtlığını resmi politikası haline getirdi. Bundan vazife çıkaran Türk faşistleri 4 Aralık 1945’te  solcu ve Sovyet sempatizanı bir gazete olan Tan gazetesinin matbaasını basarak yakın gelecekteki misyonlarının ilk sinyallerini verdiler.  1952’de Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra tam anlamıyla emperyalizmin ileri karakoluna dönüştüğü biliniyor. Faşist harekete anti-komünist vurucu bir güç olarak ihtiyaç duyulması ise işçi sınıfı ve solun yükselişe geçtiği 1960’lı yıllarda söz konusu olmuştur.  Bu dönemde Türkçü faşizmin İslamcılıkla kendini tahkim ettiği, dinci ve milliyetçi propagandanın anti-komünist bir içerikle solun önünü kesmeye çalıştığı görülür. İslamcıların etkin olduğu faşist bir örgütlenme olan Milli Türk Talebe Birliği 1969-1970 döneminde devrimci öğrencilere karşı sokak gücü olarak kullanılmış; Kanlı Pazar gibi katliamlara imza atmıştır. Kanlı Pazar’ın ABD 6. Filosunun Türkiye’yi ziyaretini protesto eden gençliğe yönelik düzenlendiği düşünüldüğünde hareketin misyonu açıkça ortaya çıkar. 1970’li yıllarda ise faşizmin Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkü ocakları merkezinde paramiliter bir yapı olarak kurumsallık kazandığını görürüz. Faşist hareketin gençlik kolu olan ülkü ocakları uyuşturucu ve silah kaçakçılığı işlerinin de organizasyonunu üstleniyordu. Bu yıllarda devrimci güçlere karşı ABD ve Gladio’nun temel aracına dönüşen MHP 1977’den itibaren kanlı katliamlara ve siyasi cinayetlere imza attı. Üstlendiği misyon itibariyle Türkiye sağını kendine angaje ederek tabanını hızla genişletti.  Özellikle taşrada, yoksul gençler arasında örgütlendi. Komünizme karşı nefret söylemiyle, dinci ve ırkçı fikirlerle endoktrine edilen gençlerden bir katil sürüsü yarattı. 1978-80 aralığında devrimci gençlere, aydınlara ve Alevi toplumuna karşı düzenlenen Bahçelievler, Beyazıt, Çorum, Maraş katliamları Türkiye’de siyasi dengelerin değişmesinde düzen açısından ön açıcı oldu. Devrimci hareket düzen tarafından merkezi olarak örgütlenen, finanse edilen faşist harekete karşı etkili müdahaleleri yapmakta aciz kaldı. Bunda solun tüm bölmelerini etkisi altına alan “sosyalizme aşamalı geçiş”, yani demokratikleşmeye ve “burjuva devriminin tamamlanmasına” programatik olarak öncelik veren strateji etkili oldu. 1977 genel seçimlerinde Milliyetçi Cephe hükümetlerine karşı CHP’nin DİSK ve çeşitli devrimci güçler tarafından desteklenmesi bu aşamacı stratejinin uzantısıydı. Ayrıca Komintern birleşik cephe tartışmalarının tarihselliğinden koparılarak ele alınması da faşist harekete karşı mücadelede zaafiyet yarattı. Türkiye’de  işçi sınıfının en örgütlü olduğu, solun toplumsal alanda meşrulaştığı ve modern  tarih içinde devrimci bir krize en fazla yaklaşıldığı bir evrede Türkiye'de devrimciler bir bütün olarak sermaye düzenini yıkmaya dönük stratejiler yerine düzenin sokak gücüne karşı bir alan savaşına kilitlenerek vakit kaybetmiş ve asli görevlerinden uzaklaşmış oldu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi solun bu zaafları nedeniyle de toplumun geniş kesimlerince “kardeş kavgasını durdurma” olarak kabul gördü.      12 Eylül faşist darbesi faşist harekete de kısmı bir darbe anlamına geldi ancak sivil faşist hareket düzenin kirli hesapları için kullanılmak üzere yedekte durmaya devam etti. Öte yandan Türkiye tam boy bir sermaye saldırısına hazırlanıyordu ve bu nedenle solun ve işçi sınıfı örgütlülüğünün tamamen yok edilmesi gerekiyordu. Bunun için baskı ve şiddetin yeterli olmayacağını bilen cuntacılar Türk-islam sentezini resmi ideoloji haline getirdiler.  İslamcılığa ve milliyetçiliğe alan açarak solun boşalttığı toplumsallıkta dinci tarikatların ve ülkücü mafyanın örgütlenmesinin zeminini hazırladılar.  Dinci tarikatların başında gelen Fetullah Gülen cemaati bu dönemden itibaren hem devlette örgütlenme hem de servet biriktirme kanallarını hızla arttırdı. 1970’lerin faşist militanları 1990’lı  yıllara gelindiğinde bir yandan ülkücü mafya olarak devletin uyuşturucu  ve silah kaçakçılığı trafiğini idare ediyor, diğer yandan devlet adına Kürt aydınlarını katlederek kahraman ilan ediliyorlardı.   1990’ların sonuna doğru devlet içinde faşist örgütlenmenin suçları kamuoyundan saklanamaz düzeye ulaştı. Türkiye sermayesinin 2000'li yıllara doğru ihtiyaç duyduğu açılım karşısında faşist hareketin bu yapısı bir ayak bağı oluşturdu. O dönemde TKP'nin restorasyon olarak nitelendirdiği bu açılım, tarihsel olarak faşist hareketle organik bağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasi müdahaleleri eşliğinde faşist hareketin budanması, toplumda faşizm karşıtlığının liberal 'devlet karşıtlığı' ve sivil toplumculuğa indirgenmesi, ideolojik olarak 'devletçi' olan MHP eliyle özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi gibi boyutlar taşıyordu.   AKP bu açılımın emperyalizmden de açıkça destek alan öznesi olarak iktidara taşındı. Ve yine AKP döneminde toplumun anti-faşist refleksleri liberalizmin sola sirayet eden etkileriyle kötürümleştirildi. TSK, yargı ve bürokrasi içerisinde AKP'nin yaratmak istediği İslamcı ve piyasacı Türkiye karşısında ayak bağı olan kesimler ırkçılıkla özdeşleştirilen Ergenekon adı verilen siyasi davalar eşliğinde tasfiye edilirken liberal sol ve Kürt hareketi AKP'yi devlet içindeki faşist unsurların temizlenmesi adına destekledi. AKP'nin Fethullah Gülen'le ortaklığının bir başarısı olan 2010 Anayasa değişikliğine bu siyasi kesim, "yetmez ama evet" formülasyonlu desteğiyle 2015'te itibaren başlayan ve 2018 başkanlık rejimiyle zirveye taşınan otoriterleşmenin önünü açtı. Fakat TKP dışında faşizm ve liberalizm arasındaki simbiyotik ilişkiyi teşhis edebilen olmadı.  Türkiye solu, eski AKP destekçilerinin şimdi AKP'yi 'faşist' ilan etmesinin ardında sermaye sınıfının yeni bir açılım ihtiyacı olduğunu göremiyor, "Saray" ve "tek adam rejimi"ne  karşı liberallerle aynı safta yer almaktan çekinmiyor.  Bugün AKP bir yandan Türkiye sermayesinin toplumsal kaynakları sınırsızca yağmalaması, emek sömürüsünü sınırsızca arttırabilmesi için elinden geleni yaparken muhalefeti bastırmaya ve bunun için faşizan tedbirler almaya devam etmektedir. Ancak AKP’yi bu faşizan uygulamalardan ibaret gören yaklaşım AKP ve Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’deki belli başlı tüm sorunların kaynağı olarak gösterirken sermaye egemenliğini ve AKP’nin bu egemenliğin güçlenerek sürmesi için üstlendiği rolü gölgede bırakmaktadır. Türkiye solu sosyal demokrasinin peşinde halka öncelikle AKP ve Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak gerektiğini anlatmakta, bunun için de her türlü ilkesiz ittifaka dahil olmayı meşrulaştırmaktadır.  TKP en başından beri  AKP’nin kamuculuk ve laiklik gibi Cumhuriyetin tarihsel birikiminin yükünden kurtulmak isteyen sermaye sınıfının emperyalizmin de desteğini alarak iyi projelendirilmiş bir karşı devrimci güç olduğunu, sermaye sınıfının beka sorunlarından, kar hırsından ve uluslararası hesaplarından bağımsız düşünülemeyeceğini iddia ediyor ve bu bütünlük içinde AKP’ye karşı mücadele ediyor.  Türkiye’de içinden geçtiğimiz kriz koşullarında emekçi halk hızla yoksullaşırken ve gelecek umutlarını yitirirken iki tür milliyetçiliğin yükselişte olduğunu görüyoruz. TKP olarak milliyetçi yükselişi emekçilerin düzenle bağlarının zayıflaması ve sol seçeneklere yönelmeleri ihtimaline karşı egemen sınıf açısından etkili bir araç olarak görüyoruz. Göçmen karşıtı bir platform olarak kendini gösteren ve gençliğin belirli bir kesimi arasında popüler hale gelen Zafer Partisi bu tablonun semptomlarından biri olarak göze çarpmaktadır. Türk emekçileri arasında Kürt düşmanlığının ve göçmen karşıtlığının yaygınlaşması, Kürt emekçilerin Türkiye’yle bağlarını kopararak Kürt milliyetçiliğinin geri ideolojisine ve programına angaje olması sınıfın bölünmesine ve devrimci potansiyelinin zayıflamasına neden olmaktadır. TKP milliyetçi yükselişe zemin yaratan sermaye saldırılarına karşı etkili bir mücadele yürütmeyi kendine görev bilmektedir. Sınıf içinde milliyetçiliğin etkisinin artması ve etnik temelli bir boğazlaşmaya kadar gidebilecek bir sürecin önünün açılmasına karşı sınıf siyasetinin güçlendirilmesi ve sınıf içinde komünizmin meşrulaşması için elinden geleni yapmaktadır. Bu çerçevede, özellikle 6 Şubat depreminin ardından TKP’nin ağırlıklı olarak Kürt emekçilerin yaşadığı kentlerdeki örgütlülüğünün yayılması ve güçlenmesi, diğer yandan toplumun milliyetçi-muhafazakar olarak anılan ve tipik biçimde sağ partilerin oy deposu olarak görülen emekçi mahallere girme ve buralarda örgütlenme yeteneğinin hızla artmış olması son dönemin en önemli iki gelişmesi olarak göze çarpmaktadır. TKP Türkiye’de ağır bir ekonomik kriz yaşanmasının ötesinde düzenin ideolojik sigortalarında bir aşınma olduğunu gözlemlemektedir. Düzen partileri emekçilerin önemli bir bölümü tarafından ne dediği belli olmayan, güvenilmez, ilkesiz ve kerhen oy verilen oluşumlar olarak görülmektedir. Yoksulluk ve dışlanmışlık sarmalında ulusal aidiyet duyguları faşist partiler tarafından istismar edilen emekçilerin özellikle yüzünü partiye döndüğü görülmektedir. Kendini eski MHP’li olarak nitelendiren ve bugün parti saflarında yer alan insanların sayısındaki artış ilginç ve anlamlı bir veri olarak göze çarpmaktadır. Partinin inisiyatifiyle geçtiğimiz Ocak ayında Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi sosyalistlerle kendilerini Kemalist olarak tanımlayan kesimlerin bir araya geldiği bir platform olarak yola çıktı, Türkiye’nin tanınmış aydın, gazeteci ve sanatçılarının da  bileşimi içinde yer aldığı meclis kamuoyunda ilgiyle karşılandı. Bugünlerde çeşitli yerelliklerde de örgütlenmesine girişilen Meclis, Türkiye’de sol-Kemalist aydın çevrelerinin de bağışık olmadığı Kürt antipatisi gibi milliyetçi tutumları da kıracak ve sınıf siyasetini güçlendirecek bir örgütlülük olarak umut vermektedir.  TKP,  iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşıyla çok güncel olarak beliren  liberal açılım karşısında farklı politik duyarlılıkları olan iki kesime inceltilmiş müdahalelerde bulunmaktadır: Bir yandan, sosyalizme yaklaşan Cumhuriyetçi, yurtsever ve laik kesimlerdeki Türk milliyetçisi refleksleri törpülemeye, öte yandan Kürt emekçileri ve gençlerinin devlet baskısı, gericilik ve yoksullaşma karşısındaki tepkilerinde Cumhuriyetçi ve sosyalist arayışı canlandırmaya çalışmaktadır. Bugün yaşanan ağır sınıfsal saldırı sonucunda faşist ideolojinin farklı kesimlerde etkisini artırabileceğini hesaba katan TKP, söz konusu toplumsal duyarlılıkların sınıfsal bir temele kavuşması ve devrimci bir enerjiye dönüşmesi için yoğun bir çaba içindedir.
Türkiye Komünist Partisi'nin kurucuları arasında yer aldığı Avrupa Komünist Hareketi (AKH) geçtiğimiz hafta sonu Madrid’de bir konferans düzenledi.

 İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyet halklarının faşizme karşı zaferinin yıl dönümü günlerine denk gelen buluşmanın teması faşizm karşıtı mücadeleler oldu.

Anti-faşist cephe deneyimlerinden çıkarılan tarihsel dersler ve komünistlerin faşizme karşı bugün verdiği mücadelelerin masaya yatırıldığı toplantıda her bir katılımcı parti kendi deneyimini aktarmak üzere söz aldı. Konuşmalarda ülke tarihlerinde faşizmin gelişimi, faşizmin kapitalizmle ilişkisi, Komünist Enternasyonel’in başta 7. kongre kararları olmak üzere faşizme karşı politikaları, Halk Cephesi deneyimleri ve sonuçlar ele alındı. Avrupa’da kriz, işçi sınıfına yönelik saldırılar ve derinleşen yoksullaşmaya eşlik eden faşist yükselişe karşı komünistlerin mücadelesi üzerinde duruldu. Avrupa’nın her yerinde Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin sembollerine yönelik artan saldırılar ve 9 Mayıs’ın Sovyet halklarının büyük özveriyle faşizme diz çöktürdüğü bir tarih olduğunun unutturulmaya çalışılmasına karşı ideolojik mücadelenin önemi vurgulandı. Toplantıda AKH üyesi partilerin paylaştığı ortak ideolojik ve politik zeminde diğer konularda olduğu gibi anti-faşist mücadele başlığında da ortak çalışma ve deneyim paylaşımlarının güçlendirilmesi ihtiyacı dile getirildi.

TKP Türkiye deneyimini ve partinin güncel mücadelesini anlattı

Toplantının katılımcıları arasında yer alan Türkiye Komünist Partisi heyeti adına yapılan konuşmada Türkiye’nin faşizm ve anti-faşist mücadele deneyiminin Avrupa’da yaşanan tarihsel süreçten pek çok açıdan farklı olduğu belirtilerek bu deneyimin çeşitli yönlerine değinildi. Soğuk savaş yıllarında egemen sınıf ve emperyalizmin ülkedeki devrimci yükselişe karşı inşa ettiği ve kullandığı faşist hareketle mücadelede Türkiye solunun gösterdiği zaaflara işaret edilen konuşmada “Türkiye’de  işçi sınıfının en örgütlü olduğu, solun toplumsal alanda meşrulaştığı ve modern  tarih içinde devrimci bir krize en fazla yaklaşıldığı bir evrede Türkiye'de devrimciler bir bütün olarak sermaye düzenini yıkmaya dönük stratejiler yerine düzenin sokak gücüne karşı bir alan savaşına kilitlenerek vakit kaybetmiş ve asli görevlerinden uzaklaşmış oldu” denildi.

Türkiye’de kriz ortamına eşlik eden artan sermaye saldırılarının Türkiyeli emekçileri düzen siyasetine yabancılaştırırken diğer yandan bir tuzak olarak milliyetçi seçenekleri gündeme getirdiği ifade edildi. Bu bağlamda, “Türk emekçileri arasında Kürt düşmanlığının ve göçmen karşıtlığının yaygınlaşması, Kürt emekçilerin Türkiye’yle bağlarını kopararak Kürt milliyetçiliğinin geri ideolojisine ve programına angaje olması sınıfın bölünmesine ve devrimci potansiyelinin zayıflamasına neden olmaktadır. TKP milliyetçi yükselişe zemin yaratan sermaye saldırılarına karşı etkili bir mücadele yürütmeyi kendine görev bilmektedir. Sınıf içinde milliyetçiliğin etkisinin artması ve etnik temelli bir boğazlaşmaya kadar gidebilecek bir sürecin önünün açılmasına karşı sınıf siyasetinin güçlendirilmesi ve sınıf içinde komünizmin meşrulaşması için elinden geleni yapmaktadır.” sözlerine yer verildi. Son olarak Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi deneyiminin aktarıldığı konuşmada TKP’nin  “iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşıyla çok güncel olarak beliren  liberal açılım karşısında farklı politik duyarlılıkları olan iki kesime inceltilmiş müdahalelerde bulunduğu” belirtildi ve “bir yandan, sosyalizme yaklaşan Cumhuriyetçi, yurtsever ve laik kesimlerdeki Türk milliyetçisi refleksleri törpülemeye, öte yandan Kürt emekçileri ve gençlerinin devlet baskısı, gericilik ve yoksullaşma karşısındaki tepkilerinde Cumhuriyetçi ve sosyalist arayışı canlandırmaya çalışmaktadır” denildi.

İspanya İşçilerinin Komünist Partisi’nin ev sahipliğinde düzenlenen toplantıya katılan partiler şöyle: Avusturya Emek Partisi, Komünist İşçilerin Partisi – Barış ve Sosyalizm için (Finlandiya), Fransa Komünist Devrimci Partisi, Yunanistan Komünist Partisi, İrlanda İşçi Partisi, Komünist Cephe (İtalya), Yeni Hollanda Komünist Partisi, İsveç Komünist Partisi, Türkiye Komünist Partisi.   

Uluslarası Tugay Anıtı'nı ziyaret ve Komünist Gençlik'le sohbet

Toplantının ardından katılımcılar Feuncarral Mezarlığında İspanya İç Savaşı sırasında bölgede hayatını kaybetmiş yüzlerce anti-faşist savaşçı anısına yapılmış Uluslararası Tugay Anıtı’nı ziyaret etti. Heyet aynı mezarlıkta bulunan Sovyet Tugayı Anıtı'na karanfil bıraktı. Ardından İspanya İşçileri Komünist Partisi genel merkezinde partinin gençlik örgütü üyeleriyle bir araya gelerek sohbet etti. İspanya’da üniversite kampüslerinde kendilerinin aktif rol oynadığı Filistin halkıyla dayanışma eylemleri hakkında bilgi aldı.

TKP heyetinin toplantıda yaptığı konuşmanın tam metni şöyle:

Türkiye’de modern cumhuriyet tarihi içinde faşist hareket ve faşizm karşıtı mücadele özellikle soğuk savaş yıllarına damga vurmuştur. Türkiye’de faşizm temelde komünistlere, devrimcilere ve işçi sınıfına karşı egemen sınıf ve emperyalizm tarafından paramiliter bir güç olarak yapılandırıldı ve kullanıldı. 

Türkiye’de faşist ideolojinin örgütlenmeye başlamasının tarihini ise II. Dünya Savaşı yıllarına götürmek mümkün. Uluslararası faşist ideolojinin genel çerçevesiyle Türkçü/ırkçı fikirlerin kaynaştırıldığı bu dönemde Türk faşistleri Nazilerin desteğiyle örgütlendiler. Nazilerin yenilgisinin kesinleştiği tarihte savaş boyunca Nazilere verdiği örtük desteği görünmez kılma derdine düşen Türk hükümeti 1944 ırkçılık/Turancılık davası olarak anılan mahkeme sürecinde Nazi desteğiyle palazlanmış Türkçü faşist hareketin liderlerine göz dağı vermeye çalıştı. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren komünistlerin baskı altında tutulması ve etkisizleştirilmiş olmaları, işçi sınıfının her tür örgütlenme olanağının elinden alınmış olması, tek parti iktidarının savaşta açık taraf tutmaktan kaçındığı ve resmen “tarafsız” kaldığı koşullarda anti-faşist mücadelenin toplumsallık kazanmasını engelledi. Anti-faşizm bu dönemde büyük oranda ilerici  aydınların temsil ettiği bir siyasi tutum olarak kaldı.  Savaş yılları boyunca  İngiltere ve Almanya arasında  denge oyunu oynayan Türk egemen sınıfı içinde anti-faşist mücadelenin merkez üssü olan Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlık güç kazandı. Türkiye savaşın hemen sonunda ABD işbirlikçiliğini ve Sovyet karşıtlığını resmi politikası haline getirdi. Bundan vazife çıkaran Türk faşistleri 4 Aralık 1945’te  solcu ve Sovyet sempatizanı bir gazete olan Tan gazetesinin matbaasını basarak yakın gelecekteki misyonlarının ilk sinyallerini verdiler. 

1952’de Türkiye’nin NATO’ya girişinden sonra tam anlamıyla emperyalizmin ileri karakoluna dönüştüğü biliniyor. Faşist harekete anti-komünist vurucu bir güç olarak ihtiyaç duyulması ise işçi sınıfı ve solun yükselişe geçtiği 1960’lı yıllarda söz konusu olmuştur.  Bu dönemde Türkçü faşizmin İslamcılıkla kendini tahkim ettiği, dinci ve milliyetçi propagandanın anti-komünist bir içerikle solun önünü kesmeye çalıştığı görülür. İslamcıların etkin olduğu faşist bir örgütlenme olan Milli Türk Talebe Birliği 1969-1970 döneminde devrimci öğrencilere karşı sokak gücü olarak kullanılmış; Kanlı Pazar gibi katliamlara imza atmıştır. Kanlı Pazar’ın ABD 6. Filosunun Türkiye’yi ziyaretini protesto eden gençliğe yönelik düzenlendiği düşünüldüğünde hareketin misyonu açıkça ortaya çıkar. 1970’li yıllarda ise faşizmin Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkü ocakları merkezinde paramiliter bir yapı olarak kurumsallık kazandığını görürüz. Faşist hareketin gençlik kolu olan ülkü ocakları uyuşturucu ve silah kaçakçılığı işlerinin de organizasyonunu üstleniyordu. Bu yıllarda devrimci güçlere karşı ABD ve Gladio’nun temel aracına dönüşen MHP 1977’den itibaren kanlı katliamlara ve siyasi cinayetlere imza attı. Üstlendiği misyon itibariyle Türkiye sağını kendine angaje ederek tabanını hızla genişletti.  Özellikle taşrada, yoksul gençler arasında örgütlendi. Komünizme karşı nefret söylemiyle, dinci ve ırkçı fikirlerle endoktrine edilen gençlerden bir katil sürüsü yarattı. 1978-80 aralığında devrimci gençlere, aydınlara ve Alevi toplumuna karşı düzenlenen Bahçelievler, Beyazıt, Çorum, Maraş katliamları Türkiye’de siyasi dengelerin değişmesinde düzen açısından ön açıcı oldu. Devrimci hareket düzen tarafından merkezi olarak örgütlenen, finanse edilen faşist harekete karşı etkili müdahaleleri yapmakta aciz kaldı. Bunda solun tüm bölmelerini etkisi altına alan “sosyalizme aşamalı geçiş”, yani demokratikleşmeye ve “burjuva devriminin tamamlanmasına” programatik olarak öncelik veren strateji etkili oldu. 1977 genel seçimlerinde Milliyetçi Cephe hükümetlerine karşı CHP’nin DİSK ve çeşitli devrimci güçler tarafından desteklenmesi bu aşamacı stratejinin uzantısıydı. Ayrıca Komintern birleşik cephe tartışmalarının tarihselliğinden koparılarak ele alınması da faşist harekete karşı mücadelede zaafiyet yarattı. Türkiye’de  işçi sınıfının en örgütlü olduğu, solun toplumsal alanda meşrulaştığı ve modern  tarih içinde devrimci bir krize en fazla yaklaşıldığı bir evrede Türkiye'de devrimciler bir bütün olarak sermaye düzenini yıkmaya dönük stratejiler yerine düzenin sokak gücüne karşı bir alan savaşına kilitlenerek vakit kaybetmiş ve asli görevlerinden uzaklaşmış oldu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi solun bu zaafları nedeniyle de toplumun geniş kesimlerince “kardeş kavgasını durdurma” olarak kabul gördü. 

   

12 Eylül faşist darbesi faşist harekete de kısmı bir darbe anlamına geldi ancak sivil faşist hareket düzenin kirli hesapları için kullanılmak üzere yedekte durmaya devam etti. Öte yandan Türkiye tam boy bir sermaye saldırısına hazırlanıyordu ve bu nedenle solun ve işçi sınıfı örgütlülüğünün tamamen yok edilmesi gerekiyordu. Bunun için baskı ve şiddetin yeterli olmayacağını bilen cuntacılar Türk-islam sentezini resmi ideoloji haline getirdiler.  İslamcılığa ve milliyetçiliğe alan açarak solun boşalttığı toplumsallıkta dinci tarikatların ve ülkücü mafyanın örgütlenmesinin zeminini hazırladılar.  Dinci tarikatların başında gelen Fetullah Gülen cemaati bu dönemden itibaren hem devlette örgütlenme hem de servet biriktirme kanallarını hızla arttırdı. 1970’lerin faşist militanları 1990’lı  yıllara gelindiğinde bir yandan ülkücü mafya olarak devletin uyuşturucu  ve silah kaçakçılığı trafiğini idare ediyor, diğer yandan devlet adına Kürt aydınlarını katlederek kahraman ilan ediliyorlardı.  

1990’ların sonuna doğru devlet içinde faşist örgütlenmenin suçları kamuoyundan saklanamaz düzeye ulaştı. Türkiye sermayesinin 2000'li yıllara doğru ihtiyaç duyduğu açılım karşısında faşist hareketin bu yapısı bir ayak bağı oluşturdu. O dönemde TKP'nin restorasyon olarak nitelendirdiği bu açılım, tarihsel olarak faşist hareketle organik bağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasi müdahaleleri eşliğinde faşist hareketin budanması, toplumda faşizm karşıtlığının liberal 'devlet karşıtlığı' ve sivil toplumculuğa indirgenmesi, ideolojik olarak 'devletçi' olan MHP eliyle özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi gibi boyutlar taşıyordu.

 

AKP bu açılımın emperyalizmden de açıkça destek alan öznesi olarak iktidara taşındı. Ve yine AKP döneminde toplumun anti-faşist refleksleri liberalizmin sola sirayet eden etkileriyle kötürümleştirildi. TSK, yargı ve bürokrasi içerisinde AKP'nin yaratmak istediği İslamcı ve piyasacı Türkiye karşısında ayak bağı olan kesimler ırkçılıkla özdeşleştirilen Ergenekon adı verilen siyasi davalar eşliğinde tasfiye edilirken liberal sol ve Kürt hareketi AKP'yi devlet içindeki faşist unsurların temizlenmesi adına destekledi. AKP'nin Fethullah Gülen'le ortaklığının bir başarısı olan 2010 Anayasa değişikliğine bu siyasi kesim, "yetmez ama evet" formülasyonlu desteğiyle 2015'te itibaren başlayan ve 2018 başkanlık rejimiyle zirveye taşınan otoriterleşmenin önünü açtı. Fakat TKP dışında faşizm ve liberalizm arasındaki simbiyotik ilişkiyi teşhis edebilen olmadı.  Türkiye solu, eski AKP destekçilerinin şimdi AKP'yi 'faşist' ilan etmesinin ardında sermaye sınıfının yeni bir açılım ihtiyacı olduğunu göremiyor, "Saray" ve "tek adam rejimi"ne  karşı liberallerle aynı safta yer almaktan çekinmiyor. 

Bugün AKP bir yandan Türkiye sermayesinin toplumsal kaynakları sınırsızca yağmalaması, emek sömürüsünü sınırsızca arttırabilmesi için elinden geleni yaparken muhalefeti bastırmaya ve bunun için faşizan tedbirler almaya devam etmektedir. Ancak AKP’yi bu faşizan uygulamalardan ibaret gören yaklaşım AKP ve Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’deki belli başlı tüm sorunların kaynağı olarak gösterirken sermaye egemenliğini ve AKP’nin bu egemenliğin güçlenerek sürmesi için üstlendiği rolü gölgede bırakmaktadır. Türkiye solu sosyal demokrasinin peşinde halka öncelikle AKP ve Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak gerektiğini anlatmakta, bunun için de her türlü ilkesiz ittifaka dahil olmayı meşrulaştırmaktadır.  TKP en başından beri  AKP’nin kamuculuk ve laiklik gibi Cumhuriyetin tarihsel birikiminin yükünden kurtulmak isteyen sermaye sınıfının emperyalizmin de desteğini alarak iyi projelendirilmiş bir karşı devrimci güç olduğunu, sermaye sınıfının beka sorunlarından, kar hırsından ve uluslararası hesaplarından bağımsız düşünülemeyeceğini iddia ediyor ve bu bütünlük içinde AKP’ye karşı mücadele ediyor. 

Türkiye’de içinden geçtiğimiz kriz koşullarında emekçi halk hızla yoksullaşırken ve gelecek umutlarını yitirirken iki tür milliyetçiliğin yükselişte olduğunu görüyoruz. TKP olarak milliyetçi yükselişi emekçilerin düzenle bağlarının zayıflaması ve sol seçeneklere yönelmeleri ihtimaline karşı egemen sınıf açısından etkili bir araç olarak görüyoruz. Göçmen karşıtı bir platform olarak kendini gösteren ve gençliğin belirli bir kesimi arasında popüler hale gelen Zafer Partisi bu tablonun semptomlarından biri olarak göze çarpmaktadır. Türk emekçileri arasında Kürt düşmanlığının ve göçmen karşıtlığının yaygınlaşması, Kürt emekçilerin Türkiye’yle bağlarını kopararak Kürt milliyetçiliğinin geri ideolojisine ve programına angaje olması sınıfın bölünmesine ve devrimci potansiyelinin zayıflamasına neden olmaktadır. TKP milliyetçi yükselişe zemin yaratan sermaye saldırılarına karşı etkili bir mücadele yürütmeyi kendine görev bilmektedir. Sınıf içinde milliyetçiliğin etkisinin artması ve etnik temelli bir boğazlaşmaya kadar gidebilecek bir sürecin önünün açılmasına karşı sınıf siyasetinin güçlendirilmesi ve sınıf içinde komünizmin meşrulaşması için elinden geleni yapmaktadır. Bu çerçevede, özellikle 6 Şubat depreminin ardından TKP’nin ağırlıklı olarak Kürt emekçilerin yaşadığı kentlerdeki örgütlülüğünün yayılması ve güçlenmesi, diğer yandan toplumun milliyetçi-muhafazakar olarak anılan ve tipik biçimde sağ partilerin oy deposu olarak görülen emekçi mahallere girme ve buralarda örgütlenme yeteneğinin hızla artmış olması son dönemin en önemli iki gelişmesi olarak göze çarpmaktadır. TKP Türkiye’de ağır bir ekonomik kriz yaşanmasının ötesinde düzenin ideolojik sigortalarında bir aşınma olduğunu gözlemlemektedir. Düzen partileri emekçilerin önemli bir bölümü tarafından ne dediği belli olmayan, güvenilmez, ilkesiz ve kerhen oy verilen oluşumlar olarak görülmektedir. Yoksulluk ve dışlanmışlık sarmalında ulusal aidiyet duyguları faşist partiler tarafından istismar edilen emekçilerin özellikle yüzünü partiye döndüğü görülmektedir. Kendini eski MHP’li olarak nitelendiren ve bugün parti saflarında yer alan insanların sayısındaki artış ilginç ve anlamlı bir veri olarak göze çarpmaktadır. Partinin inisiyatifiyle geçtiğimiz Ocak ayında Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi sosyalistlerle kendilerini Kemalist olarak tanımlayan kesimlerin bir araya geldiği bir platform olarak yola çıktı, Türkiye’nin tanınmış aydın, gazeteci ve sanatçılarının da  bileşimi içinde yer aldığı meclis kamuoyunda ilgiyle karşılandı. Bugünlerde çeşitli yerelliklerde de örgütlenmesine girişilen Meclis, Türkiye’de sol-Kemalist aydın çevrelerinin de bağışık olmadığı Kürt antipatisi gibi milliyetçi tutumları da kıracak ve sınıf siyasetini güçlendirecek bir örgütlülük olarak umut vermektedir. 

TKP,  iktidar ve muhalefet arasında bir uzlaşıyla çok güncel olarak beliren  liberal açılım karşısında farklı politik duyarlılıkları olan iki kesime inceltilmiş müdahalelerde bulunmaktadır: Bir yandan, sosyalizme yaklaşan Cumhuriyetçi, yurtsever ve laik kesimlerdeki Türk milliyetçisi refleksleri törpülemeye, öte yandan Kürt emekçileri ve gençlerinin devlet baskısı, gericilik ve yoksullaşma karşısındaki tepkilerinde Cumhuriyetçi ve sosyalist arayışı canlandırmaya çalışmaktadır. Bugün yaşanan ağır sınıfsal saldırı sonucunda faşist ideolojinin farklı kesimlerde etkisini artırabileceğini hesaba katan TKP, söz konusu toplumsal duyarlılıkların sınıfsal bir temele kavuşması ve devrimci bir enerjiye dönüşmesi için yoğun bir çaba içindedir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.