“Kültür emperyalizmi, sanatın gerçek yapıtlarını işgal ediyor”

08.02.2017 - 16:22, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:19 2256+ kez okundu.
 

“Kültür emperyalizmi, sanatın gerçek yapıtlarını işgal ediyor”

   “Yazmak, yüreğimizin ve aklımızın kilidini açmak için kalemimizin ucuna taktığımız anahtardır. “ diyor öykü yazarı Mahmet Taşar. Yeni yıla iki kitapla girdi Taşar. Biri Güz Sürgünleri adlı öykü kitabı, öteki yine öykü tadında bir deneme olan Gün Dane Yas/lanır. Mehmet Taşar ile kitaplarını, Yaşam Sanat Derneği’ni, yazmak ve sanatı konştuk. “POPÜLER KÜLTÜRÜN FOS ÜRÜNLERİ...” Peki, sanat denince Taşar’ın gördüğü ne. İşte onun yanıtı: Kültür emperyalizmi, sanatın, edebiyatın gerçek üreticilerini de, gerçek yapıtlarını da işgal ediyor. Büyük pazarlama ağlarında istediklerini parlatıyor, toplumun beğeni düzeyini yok etmeye çalışıyor. Popüler kültür kendi fos ürünlerini gerçek değerlermiş gibi ortaya sürüyor. Ama bu da geçici bir şey elbette. Sanatın içine tükürenler de kültür emperyalizminin hortlattığı şeyler de gerçek değerler karşısında kaybedecek. Dileğim bunun kısa sürede olması.”     Yeni yıla iki kitapla birden girdiniz. Onlardan ve bugüne kadar yayınlanmış kitaplarınızdan da söz eder misiniz? - Aslında birikmiş, oraya buruya serpiştirilmiş o kadar çok yazı ve öykü var ki… Geçen yıl kendi kendime söz vermiştim. Onları toparlayacak ve birer dosya haline getirecektim. Dergi, dernek ve etkinlikler derken kendi yazdıklarımı ihmal ettiğimin farkına vardım böylece. Dergicilik de önemli ama ben asıl öykücü olarak anılmak istiyorum. Sanırım iki kitapla girmemin nedeni buydu. Yazmak ayrı bir dert ama yayımlamak daha da büyük bir dert. Bu konulara girmek istemiyorum. Yazarların yayınevlerine mahkûmiyeti sanırım ayrıca ele alınması gereken bir konu. Biri öykü (Güz Sürgünleri), öteki yine öykü tadında deneme (Gün Dane Yas/lanır) olmak üzere iki kitapta topladım birikenleri. Dah önce yayımlanmış dört kitabım daha var. Adresini Açık Yaz (öykü), Düşlerim Üşümesin (öykü), Hüznevimin Konukları (öykü) ve Babam Şiir, Abim Öykü Ben Roman (deneme)… Yaşadıklarımın ve tanıklıklarımın aktarılması diyebilirim. İsminiz öykü yazarı olarak ön planda. Şiir yazıyor musunuz? - Evet, öykü olarak başladım, öyle de sürdürüyorum.  Bitmeyi bekleyen roman çalışmalarım var ama günyüzüne çıkması sanırım zaman alacak. Şiiri seviyorum. Zaman zaman kendime saklı kalmak kaydıyla şiirler de yazıyorum. Kendimi iyi hissetmek için başvurduğum bir yöntem. Yayınlamayı da hiçbir zaman düşünmüyorum. Kendinizden söz eder misiniz? -Kendimi bildim bileli kültür sanata yakınlığım vardı. Edebiyat ve edebiyatta öykü, kendimi bulduğum yer. 1975’ten beri Adana’daki birçok gazete ve derginin kurucuları arasında yer aldım. Akdeniz, Düşün, Turunç, Çağdaş Yaşam, Yaşam Sanat… Bütün bu dergiler sanırım edebiyat geçmişimizin de en önemli ürünleri. Gazetelerse o günün koşullarında işlevini yerine getirip gitti. Şimdi Yaşam Sanat dergisiyle bütün bu birikimlerin mirasçıları olarak bugünü geleceğe taşıma çabamız sürüyor.  Neden yazmak? Yani neden yazmayı tercih ediyorsunuz? -Yanıtı biraz uzun olacak ama uzatırsam, siz müdahale edebilirsiniz. Çünkü işin püf noktası bu bu soru. Babaevinin taş duvarlarına oyulmuş, minder atılarak oturulacak genişlikteki pencereden bakardı annem. Yaşlı ve şişman bedenini pencere önüne konan sedire atar,  dışarıyı izlerdi. Hafta sonları gittiğimde çoluk çocuk, bahçeyle falan uğraşırken ilk geldiğim zamanki yarenliğimizin dışında ona zaman ayırmaz, pek uğramazdım yanına. Bir keresinde yanına gittiğimde bakışları sitem doluydu. “Kele oğlum” dedi. “İnsan arada bir uğrar, iki laf eder. Sabahtan akşama kadar pencere kenarında oturuyorum. Konuşacak kimsem yok. Dilim dişime kenetleniyor.” Özlem bir yana, konuşacak, içini dökecek birilerini arıyordu aslında. Yalnızlığının büyüttüğü kuruntularında gittikçe kırgın, sitemkârdı.  Zaman zaman yazarken hep annem gelir aklıma. O içini dökecek, birikmiş anılarını anlatacak, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını unutturacak, yaşıyorum duygusunu çoğaltacak birilerini arıyordu. Konuşmazsa biriktirdiği her şey içinde kalacaktı. Ne öfkesini kusabilecek, ne sevincini paylaşabilecekti. Sonrası, belki de kafayı yemek olacaktı.  “Dilim dişime kenetlendi” diyen annemin sözünün “Yazmasam deli olacaktım” diyen Sait Faik”in sözünden ne farkı var? Sanatın bir iç dökme, derdini anlatma olduğuna inanırım hep. Belki de bizim yaptığımız, yaşamda var olan canlı cansız her nesnenin bizdeki yansımasını aktarmak. Diğer insanlardan farkımızsa onu duygu, düşünce imbiğimizden geçirdikten sonra estetize ederek yaşamdan aldığımızı yaşama yeniden ama yeni bir dille anlatmak. Sartre, “Herkesin kendine göre bir yazma nedeninin olduğunu, kimine göre kaçış kimine göre de fetih için” yazdığını söyler. Kaçış ya da fetih… Yazarın kaçışlarının sıradanlıklardan olduğuna inanırım. Bunu Tarık Buğra’nın “sürüden ayrılmak” tanımlamasıyla da bir akrabalığı olduğuna kesin. Ama aslolanın ve yazarı belki de canını yaka yaka, içini acıta acıta, sınırsız ve sonsuz bir yolculuğa çıkarının keşif olduğunu biliyorum. Sizi alıntılara boğmak istemem ama yazmanın insanın kendini iyi hissetmesinin yolu olduğunu söyleyebilirim. Belki bunca acıyı, yalnızlık nöbetlerini, yaptığının ya da yazdığının karşılığını alamamanın düşkırıklıklarını unutturan şeydir Cesare Pavase’nin söylediği: “Sevişmek gibi bir şeydir yazmak” Bir anlamda içinde yaşadığımız topluma karşı bir borumu ödüyorum aslında. Bir arada yaşıyoruz ve yaşam alanlarımız farklı olsa da daha iyiye, daha güzele olan özlemimiz, yaşadıklarımıza karşı sorumluluklarımızı da artırıyor. Tarlam yok diye yağmur yağmazsa yağmasın diyebilir miyiz? Nasılsa benim çocuğum yok, okul olmasa da olur deme şansımız var mı? Madende, göçük altında can veren madenci iyi ki benim babam değil diyebilir misiniz? Ya da patlayan bombanın katlettiği canlar içinde iyi ki yoktum sözü bir yana duygusunu bile aklınızdan geçirebilir misiniz? Sokakta araba altında kalan kediye pencerenizden bakarken kendi evinizde beslediğiniz kediyi onu anmadan sevebilir misiniz?” Belki de “Neden yazıyorsunuz” sorusunun en yalın ve içten anlatımı Sait Faik’in söylediğidir. Öyleyse onun sözleriyle bitirelim bu faslı: "Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım." Şöyle de diyebiliriz aslında; yazmak, yüreğimizin ve aklımızın kilidini açmak için kalemimizin ucuna taktığımız anahtardır. -Türkiye’de sanat denildiği zaman ne görüyorsunuz? Türkiye’de sanat denildiği zaman çok şey geliyor aklıma da… Aklımdan hiç çıkmayan, ‘sanatın içine tükürüldüğü’ koşullardan geçiyoruz. Böyle bir dönemde bizi, (en azından beni) daha çok sorumluluk almaya yöneltiyor sanat. Kültür emperyalizmi, sanatın, edebiyatın gerçek üreticilerini de, gerçek yapıtlarını da işgal ediyor. Büyük pazarlama ağlarında istediklerini parlatıyor, toplumun beğeni düzeyini yok etmeye çalışıyor. Popüler kültür kendi fos ürünlerini gerçek değerlermiş gibi ortaya sürüyor. Ama bu da geçici bir şey elbette. Sanatın içine tükürenler de kültür emperyalizminin hortlattığı şeyler de gerçek değerler karşısında kaybedecek. Dileğim bunun kısa sürede olması. -Adana Yaşam Sanat Derneği çatısı altında önemli isimler var. Bunlardan biri de sizsiniz? Yaşam Sanatı konuşalım. -Dergi, bizim bir anlamda buluşma noktamız oldu. Üstelik Türkiye genelinde o kadar güzel dostluklar biriktirdik ki, bunun bir yerde örgütlenmesi gerekiyordu. Dernek gereksinimi buradan doğdu. Adana Yaşam Sanat Derneği ve Yaşam sanat dergisi, edebiyata gönül vermiş insanların bir araya geldiği ve bugünü geleceğe aktarma çabasının sürdürüldüğü iki alan oldu bizim için. İşin havasından çok özüne önem veren ve edebiyata ciddi katkılar sunan arkadaşlarla birlikte olmak bizi mutlu ve güçlü kılıyor. -Bunlara ek olarak söylemek istediğiniz? - Söylenecek, konuşacak şey o kadar çok ki… Bir yerde noktayı da koymak gerek sanırım. İlginiz ve duyarlılığınız için teşekkür ederim.  

 

 “Yazmak, yüreğimizin ve aklımızın kilidini açmak için kalemimizin ucuna taktığımız anahtardır. “ diyor öykü yazarı Mahmet Taşar. Yeni yıla iki kitapla girdi Taşar. Biri Güz Sürgünleri adlı öykü kitabı, öteki yine öykü tadında bir deneme olan Gün Dane Yas/lanır. Mehmet Taşar ile kitaplarını, Yaşam Sanat Derneği’ni, yazmak ve sanatı konştuk.

“POPÜLER KÜLTÜRÜN FOS ÜRÜNLERİ...”

Peki, sanat denince Taşar’ın gördüğü ne. İşte onun yanıtı: Kültür emperyalizmi, sanatın, edebiyatın gerçek üreticilerini de, gerçek yapıtlarını da işgal ediyor. Büyük pazarlama ağlarında istediklerini parlatıyor, toplumun beğeni düzeyini yok etmeye çalışıyor. Popüler kültür kendi fos ürünlerini gerçek değerlermiş gibi ortaya sürüyor. Ama bu da geçici bir şey elbette. Sanatın içine tükürenler de kültür emperyalizminin hortlattığı şeyler de gerçek değerler karşısında kaybedecek. Dileğim bunun kısa sürede olması.”

 

 

Yeni yıla iki kitapla birden girdiniz. Onlardan ve bugüne kadar yayınlanmış kitaplarınızdan da söz eder misiniz?

- Aslında birikmiş, oraya buruya serpiştirilmiş o kadar çok yazı ve öykü var ki… Geçen yıl kendi kendime söz vermiştim. Onları toparlayacak ve birer dosya haline getirecektim. Dergi, dernek ve etkinlikler derken kendi yazdıklarımı ihmal ettiğimin farkına vardım böylece. Dergicilik de önemli ama ben asıl öykücü olarak anılmak istiyorum. Sanırım iki kitapla girmemin nedeni buydu. Yazmak ayrı bir dert ama yayımlamak daha da büyük bir dert. Bu konulara girmek istemiyorum. Yazarların yayınevlerine mahkûmiyeti sanırım ayrıca ele alınması gereken bir konu.

Biri öykü (Güz Sürgünleri), öteki yine öykü tadında deneme (Gün Dane Yas/lanır) olmak üzere iki kitapta topladım birikenleri. Dah önce yayımlanmış dört kitabım daha var. Adresini Açık Yaz (öykü), Düşlerim Üşümesin (öykü), Hüznevimin Konukları (öykü) ve Babam Şiir, Abim Öykü Ben Roman (deneme)… Yaşadıklarımın ve tanıklıklarımın aktarılması diyebilirim.

İsminiz öykü yazarı olarak ön planda. Şiir yazıyor musunuz?

- Evet, öykü olarak başladım, öyle de sürdürüyorum.  Bitmeyi bekleyen roman çalışmalarım var ama günyüzüne çıkması sanırım zaman alacak. Şiiri seviyorum. Zaman zaman kendime saklı kalmak kaydıyla şiirler de yazıyorum. Kendimi iyi hissetmek için başvurduğum bir yöntem. Yayınlamayı da hiçbir zaman düşünmüyorum.

Kendinizden söz eder misiniz?

-Kendimi bildim bileli kültür sanata yakınlığım vardı. Edebiyat ve edebiyatta öykü, kendimi bulduğum yer. 1975’ten beri Adana’daki birçok gazete ve derginin kurucuları arasında yer aldım. Akdeniz, Düşün, Turunç, Çağdaş Yaşam, Yaşam Sanat… Bütün bu dergiler sanırım edebiyat geçmişimizin de en önemli ürünleri. Gazetelerse o günün koşullarında işlevini yerine getirip gitti. Şimdi Yaşam Sanat dergisiyle bütün bu birikimlerin mirasçıları olarak bugünü geleceğe taşıma çabamız sürüyor. 

Neden yazmak? Yani neden yazmayı tercih ediyorsunuz?

-Yanıtı biraz uzun olacak ama uzatırsam, siz müdahale edebilirsiniz. Çünkü işin püf noktası bu bu soru.

Babaevinin taş duvarlarına oyulmuş, minder atılarak oturulacak genişlikteki pencereden bakardı annem. Yaşlı ve şişman bedenini pencere önüne konan sedire atar,  dışarıyı izlerdi.

Hafta sonları gittiğimde çoluk çocuk, bahçeyle falan uğraşırken ilk geldiğim zamanki yarenliğimizin dışında ona zaman ayırmaz, pek uğramazdım yanına.

Bir keresinde yanına gittiğimde bakışları sitem doluydu.

“Kele oğlum” dedi. “İnsan arada bir uğrar, iki laf eder. Sabahtan akşama kadar pencere kenarında oturuyorum. Konuşacak kimsem yok. Dilim dişime kenetleniyor.”

Özlem bir yana, konuşacak, içini dökecek birilerini arıyordu aslında. Yalnızlığının büyüttüğü kuruntularında gittikçe kırgın, sitemkârdı.

 Zaman zaman yazarken hep annem gelir aklıma. O içini dökecek, birikmiş anılarını anlatacak, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını unutturacak, yaşıyorum duygusunu çoğaltacak birilerini arıyordu. Konuşmazsa biriktirdiği her şey içinde kalacaktı. Ne öfkesini kusabilecek, ne sevincini paylaşabilecekti. Sonrası, belki de kafayı yemek olacaktı.

 “Dilim dişime kenetlendi” diyen annemin sözünün “Yazmasam deli olacaktım” diyen Sait Faik”in sözünden ne farkı var?

Sanatın bir iç dökme, derdini anlatma olduğuna inanırım hep. Belki de bizim yaptığımız, yaşamda var olan canlı cansız her nesnenin bizdeki yansımasını aktarmak. Diğer insanlardan farkımızsa onu duygu, düşünce imbiğimizden geçirdikten sonra estetize ederek yaşamdan aldığımızı yaşama yeniden ama yeni bir dille anlatmak.

Sartre, “Herkesin kendine göre bir yazma nedeninin olduğunu, kimine göre kaçış kimine göre de fetih için” yazdığını söyler. Kaçış ya da fetih… Yazarın kaçışlarının sıradanlıklardan olduğuna inanırım. Bunu Tarık Buğra’nın “sürüden ayrılmak” tanımlamasıyla da bir akrabalığı olduğuna kesin. Ama aslolanın ve yazarı belki de canını yaka yaka, içini acıta acıta, sınırsız ve sonsuz bir yolculuğa çıkarının keşif olduğunu biliyorum.

Sizi alıntılara boğmak istemem ama yazmanın insanın kendini iyi hissetmesinin yolu olduğunu söyleyebilirim. Belki bunca acıyı, yalnızlık nöbetlerini, yaptığının ya da yazdığının karşılığını alamamanın düşkırıklıklarını unutturan şeydir Cesare Pavase’nin söylediği: “Sevişmek gibi bir şeydir yazmak”

Bir anlamda içinde yaşadığımız topluma karşı bir borumu ödüyorum aslında. Bir arada yaşıyoruz ve yaşam alanlarımız farklı olsa da daha iyiye, daha güzele olan özlemimiz, yaşadıklarımıza karşı sorumluluklarımızı da artırıyor. Tarlam yok diye yağmur yağmazsa yağmasın diyebilir miyiz? Nasılsa benim çocuğum yok, okul olmasa da olur deme şansımız var mı? Madende, göçük altında can veren madenci iyi ki benim babam değil diyebilir misiniz? Ya da patlayan bombanın katlettiği canlar içinde iyi ki yoktum sözü bir yana duygusunu bile aklınızdan geçirebilir misiniz? Sokakta araba altında kalan kediye pencerenizden bakarken kendi evinizde beslediğiniz kediyi onu anmadan sevebilir misiniz?”

Belki de “Neden yazıyorsunuz” sorusunun en yalın ve içten anlatımı Sait Faik’in söylediğidir. Öyleyse onun sözleriyle bitirelim bu faslı:

"Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım oturdum. Ada’nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım."

Şöyle de diyebiliriz aslında; yazmak, yüreğimizin ve aklımızın kilidini açmak için kalemimizin ucuna taktığımız anahtardır.

-Türkiye’de sanat denildiği zaman ne görüyorsunuz?

Türkiye’de sanat denildiği zaman çok şey geliyor aklıma da… Aklımdan hiç çıkmayan, ‘sanatın içine tükürüldüğü’ koşullardan geçiyoruz. Böyle bir dönemde bizi, (en azından beni) daha çok sorumluluk almaya yöneltiyor sanat. Kültür emperyalizmi, sanatın, edebiyatın gerçek üreticilerini de, gerçek yapıtlarını da işgal ediyor. Büyük pazarlama ağlarında istediklerini parlatıyor, toplumun beğeni düzeyini yok etmeye çalışıyor. Popüler kültür kendi fos ürünlerini gerçek değerlermiş gibi ortaya sürüyor. Ama bu da geçici bir şey elbette. Sanatın içine tükürenler de kültür emperyalizminin hortlattığı şeyler de gerçek değerler karşısında kaybedecek. Dileğim bunun kısa sürede olması.

-Adana Yaşam Sanat Derneği çatısı altında önemli isimler var. Bunlardan biri de sizsiniz? Yaşam Sanatı konuşalım.

-Dergi, bizim bir anlamda buluşma noktamız oldu. Üstelik Türkiye genelinde o kadar güzel dostluklar biriktirdik ki, bunun bir yerde örgütlenmesi gerekiyordu. Dernek gereksinimi buradan doğdu. Adana Yaşam Sanat Derneği ve Yaşam sanat dergisi, edebiyata gönül vermiş insanların bir araya geldiği ve bugünü geleceğe aktarma çabasının sürdürüldüğü iki alan oldu bizim için. İşin havasından çok özüne önem veren ve edebiyata ciddi katkılar sunan arkadaşlarla birlikte olmak bizi mutlu ve güçlü kılıyor.

-Bunlara ek olarak söylemek istediğiniz?

- Söylenecek, konuşacak şey o kadar çok ki… Bir yerde noktayı da koymak gerek sanırım. İlginiz ve duyarlılığınız için teşekkür ederim.

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.