“Reina katliamı ayrıştırmayı hedefleyen provokasyondur”

GÜNDEM 03.01.2017 - 17:42, Güncelleme: 29.12.2022 - 15:19 2428+ kez okundu.
 

“Reina katliamı ayrıştırmayı hedefleyen provokasyondur”

    Adana Barosu Başkanı Avukat Veli Küçük, Reina katliamının ayrıştırmayı hedefleyen ağır bir provakasyon olduğunu söyledi. “HEDEFLERİ PARÇALAMAKTIR” Başkan Küçük, “Reina eğlence mekanına uzun namlulu silahla ve el bombası ile düzenlenen terör saldırısında 39 insanımız hayatını kaybetti, 65 kişi de yaralandı. Bu saldırı tek başına sıradan bir terör saldırısı değil, toplumsal hassasiyetlerimizin üzerinden giderek, fay hatlarımızı harekete geçirmeye yönelen, yılbaşı kutlaması tartışmaları üzerinden halkımızı ayrıştırmayı ve parçalamayı hedefleyen ağır bir provokasyondur” dedi. “BARIŞIN TESİS EDİLMESİ EN BÜYÜK DİLEĞİMİZDİR” Büyük acı ve gözyaşıyla geçen 2016’nın  karanlık havasının 2017’de aydınlığa dönmesinin yolunun hukuk devleti, şeffaf, denetlenebilir yönetim anlayışı ve yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığının sağlanmasından geçtiğini belirten Küçük, “Ülkemizin acı haberlere, terör saldırılarına maruz kalmadığı, sınır güvenliğinin sağlanarak iç barış ve huzurumuzun tesis edildiği, insanımızın korkulardan arınarak olağan günlerine dönmesi en büyük dileğimizdir” diye konuştu.   Adana Baro Başkanı Veli Küçük ile   Reina katliamı, yeni Anayasa ve Başkanlık sestemi, 2017’den beklentiler, temel hak ve özgürlükler gibi ülke ve kent gündemiyle ilgili konuştuk.     Türkiye yeni yıla nasıl girdi?   Her yeni yıl, yeni başlangıçları ve umutları beraberinde getirmektedir. Biz de ülkemiz, yaşadığımız coğrafya ve dünyamız için aydınlık güzel günleri umut ederek girmiştik. Ancak, Ülkemizde halen şehit haberleri gelmekte, birçok demokrasi ve insan hakları ihlalleri yaşanmakta, her gün birçok insanımızı terör saldırılarında ve iç çatışmalarda kaybetmekteyiz. 2017'ye yine terörle, can kaybıyla, acıyla ve gözyaşıyla girdik. Son günlerde Diyanet İşleri Başkanının beyanlarında ve Cuma Hutbesinde  geçen “Yeni yılı kutlamak günahtır” söylemleri tartışılırken, aynı zamanda Akit ve Milli Gazetede sürmanşette yer alan haberler ve tartışmalar ile insanlarımızın yaşam biçimleri tartışma konusu yapılmıştır.   İstanbul Ortaköy'de bulunan Reina eğlence mekanına uzun namlulu silahla ve el bombası ile düzenlenen terör saldırısında 39 insanımız hayatını kaybetti, 65 kişi de yaralandı. Bu saldırı tek başına sıradan bir terör saldırısı değil, toplumsal hassasiyetlerimizin üzerinden giderek, fay hatlarımızı harekete geçirmeye yönelen, yılbaşı kutlaması tartışmaları üzerinden halkımızı ayrıştırmayı ve parçalamayı hedefleyen ağır bir provokasyondur.   Saldırganın yakalanarak olayın bir an evvel aydınlatılması, arkasındaki güçlerin ortaya konulması, istihbarat zaafiyeti ve tedbir alma yönünden ise yetkililerin, kamusal görev ve siyasi sorumluluk noktasındaki kişilerin artık istifa etmeleri hukuk devleti ve demokrasi adına olması gerekendir.   2017 yılından beklentimiz; üstünlerin değil, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, evrensel kurallara dayalı hukuk devletinin yaşama geçtiği, hiçbir hukuksuzluğun yaşanmadığı, demokrasinin tüm kurul ve kurallarıyla işletildiği bir yıl olmasıdır. İç barışın sağlandığı, terörün, acının,  kanın ve gözyaşının olmadığı huzurlu ve umutlu bir ülke olmayı diliyoruz. Yeni yılın insanlığa sağlık, barış, huzur, mutluluk, eşitlik ve özgürlük getirmesini arzuluyoruz. İnsanımızın özgürce ve refah içinde yaşayabilmesi, devletin birliği için 80 milyon yurttaşımızın her türlü ayrımcılıktan korunması ve kucaklaşması, bunun için çoğulcu ve katılımcı demokrasi mutlaka yaşama geçmelidir. OHAL ile yönetime bir an evvel son verilip, meclis iradesi hakim kılınmalıdır. Toplum vicdanının yaralanmaması ve adalet için, suçlunun suçsuzdan, haklının haksızdan ayrılabilmesi için siyasi iktidarın etkisinden ve gölgesinden uzak bağımsız bir yargıya duyulan ihtiyaç bugün çok daha fazladır. Yurttaşın devletine, inanması ve güvenmesi için adil yargılanma hakkının yaşama geçmesi, bağımsız, tarafsız, avukatın etkin olduğu, şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilen bir yargının inşası zaruridir.   -Adana Bölge Adliye Mahkemesi Gaziantep’e, Bölge İdare Mahkemesi de Konya’ya bağlandı. Bu mahkemelerin tekrar Adana’ya taşınma olasılığı var mı?   29. Dönemde göreve başladıktan sonra ilk ve en önemli çalışmamız, daha evvel Adana’da faaliyete geçmesi kararlaştırılan, binası dahi tamamlanan Bölge Adliye Mahkemelerinin yeniden ve bir an evvel faaliyete başlamasıdır. Bunun için Adana milletvekilleri, iktidar partisi ve katkı sunabilecek kurumlarla Adalet Bakanlığı nezdinde yürüttüğümüz girişimler sonucunda Adana Bölge Adliye Mahkemelerinin yeniden açılması ile ilgili bu ay içerisinde konu Hakimler Savcılar Yüksel Kurulu (HSYK) gündemine gelecek, olumlu bir karar verilecektir.  Beklentimiz ve isteğimiz bir an evvel faaliyete geçmesidir. Türkiye’nin en çok dosya sayısına sahip üçüncü büyük Bölge İdare Mahkemesi’nin Adana’dan alınıp, Adana’nın Konya’ya Bölge İdare Mahkemesi’ne bağlanması büyük bir talihsizliktir. Bu durum Adana’nın yıllara dayalı sahipsizliğini ve gördüğü üvey evlat muamelesini bir kez daha ortaya koymuştur. Bununla ilgili de çalışmalarımız ve girişimlerimiz de devam etmektedir. Önümüzdeki günlerde dosya sayısı ve işleyişe göre Adana Bölge İdare Mahkemesinin yeniden faaliyete geçmesi gündeme gelecektir.   -Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemine karşı ne düşünüyorsunuz?   Anayasa metinleri toplumsal uzlaşma ile oluşturulmalıdır. 1982 Anayasası darbe sonrasında yapılmış ve 17 kez değişikliğe uğramış bir yamalı bohça gibidir. Bugün ülkemizde sivil unsurların, toplumun tüm kesimlerini içerisine alacak ve uzlaşıyla yapılacak bir Anayasa ön plana çıkarılmalıdır. TBMM’de parmak çoğunluğuna dayalı bir metnin esas alınması mümkün değildir. Ülkemizin bugünün temel sorunu sistem veya yönetim modeli değildir. İçerisinden geçtiğimiz terör ve toplumsal çatışma ekseninde yapılması gereken kuvvetler ayrılığına dayalı, birbirinin dengeleyicisi ve denetleyicisi olacak yasama, yürütme ve yargı esasına dayalı parlamenter sistemi, demokratik katılım anlayışı ile işletmek ve bu anlayışa uygun sivil anayasayı yaşama geçirmektir. Başkanlık sistemine veya güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemi ülkemizin 93 yıllık kazanımlarına, büyük önderimiz Atatürk’ün ilkelerine uymayacaktır. Ülkemiz bugüne kadar kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter rejimin herhangi bir zararını görmemiştir. Bu nedenle, farklı bir yönetim sistemi veya rejimi ülkemizin geleceği adına uygun bulmuyoruz. Aksi yöndeki yaklaşımlar bugün ülkemizde güncel olarak yaşadığımız  hukuk devleti olmayı bırakalım kanun devleti dahi olamamız sorununu, parti devleti uygulamalarını daha da derinleştirecek ve otoriter-totoliter bakış açısını daha yaygın hale getirecektir. Ülkemiz rotasını muassır medeniyetler yönünde devam ettirmek istiyorsa katılımcı bir yaklaşım, demokratik anlayış, Atatürk İlke ve Inkılaplarına bağlı, halk iradesinin en yüce tecelli noktası meclisi ön plana çıkartan parlamenter sisteme sahip çıkmalıdır. Başkanlık sisteminde ısrar edilmesi Türkiye'yi demokratik uzlaşma zemininden uzaklaştıracak, ülkemizin iç barışını zedeleyecek, çatışmayı ve kutuplaşmayı körükleyecektir. Çözüm, bir an önce, toplumun  tüm katmanlarının eşit bir biçimde katılacağı,  özgür bir tartışma ortamı yaratılarak; eşitlikçi, özgürlükçü, cinsiyet eşitliğine ve kadınların eşit temsiline dayalı, ayrımcılığın her türüne karşı duran, her anlamda çoğulcu bir yaşamı mümkün kılan ve demokratik bir yönetime geçişi sağlayacak yeni bir anayasa yapımından geçmektedir.   -Son olarak Ahmet Şık tutuklandı. Bu tutuklamaları nasıl karşılıyorsunuz? Türkiye basın özgürlüğü var mı?   Gazeteci Ahmet Şık,  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında, Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından perşembe günü gözaltına alındı. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince "FETÖ, DHKP-C, PKK propagandası yaptığı" iddiasıyla tutuklandı. Tamamen hukuksuz bir karar. Tutuklanan aslında gazeteciliktir ve haberciliktir.  Dava sonuçlanıncaya kadar takipte olacağız. Ne yazık ki, sorgulayan, soru soran ve araştıran kimliğiyle ön plana çıkan insanlara tahammül gösterilemiyor. Bugün sadece Ahmet Şık değil gazetecilik tutuklandı. Ahmet Şık'ın cezaevine girmesiyle birlikte tam 149 gazeteci cezaevinde bulunmaktadır.   Ahmet Şık, Mart 2011'de de, 'FETÖ' soruşturmasında hakkında yakalama kararı bulunan ve yurt dışına kaçan eski savcı Zekeriya Öz'ün yürüttüğü Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmış ve gazeteci Nedim Şener'le birlikte 375 gün cezaevinde kalmıştı. Ahmet Şık, Fethullah Gülen cemaatinin devletteki yapılanmasına ilişkin olarak kaleme aldığı, ancak henüz yayımlanmamış olan "İmamın Ordusu" kitabı gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı. Temmuz ayında darbe girişimi bastırıldıktan sonra bağımsız medyaya yönelik saldırılar basın özgürlüğü üzerinde bir yıldan uzun süredir devam eden baskıların ne denli yoğunlaştığını bir kez daha gösterdi. Basına yönelik sansür ise çok daha uzun süredir devam etmektedir. Türkiye’de son yıllarda, gazetecilerin terör, kamu görevlilerine hakaret veya devlete karşı işlenen suçlar gibi suçlamalarla kovuşturulmaları; gazetecilere ve medya organlarına yönelik tehditler ve fiziksel saldırılar; siyasi iktidarca editöryel bağımsızlığa müdahale etmesi ve eleştirel gazetecilerin işten atılması için medya kuruluşlarına baskı yapılması; özel medya şirketlerine el konulması; ve para cezaları, dağıtımın kısıtlanması ve eleştirel televizyon kanallarının kapatılması; online haber sitelerinin engellenmesi ve genel olarak internete erişimin kapatılması dikkat çekiyor. Bu şartlar altında Türkiye’de basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir. Ahmet Şık’ın twitter üzerinden paylaştığı mesajlar esas alınarak tutuklandığı bir ortamda, insanlarımızın yaşayış biçimi üzerinden, “yılbaşı kutlaması günahtır” bakış açısı ile halkı ayrıştırmaya, kin ve düşmanlığa sevk eden yayınlara, gazetelere ve diyanet görevlilerine herhangi bir yasal işlem yapılmaması çifte standardın ve ayrımcılığın en belirgin örneğidir.    -Türkiye hukuksal anlamda, temel hak ve özgürlükler konusunda nerede?   İnsan haklarının temelini, 10 Ocak 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları Sözleşmesi oluşturmuştur. Bu beyanname ve sözleşmede yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, düşünce, din, inanç, ibadet ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğüne verilmiştir. Bunlar bizim anayasamızda da yer almaktadır.   Anayasamızın 12. maddesince kişiliğine bağlı, dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bugün insanlarımızın en temel hakları olarak gördüğümüz yaşam hakları, ifade özgürlükleri, itiraz hakları, adil yargılanma hakları, savunma hakları, çevre hakları, sağlıklı olma hakları, eğitim hakları gibi en temel hakları ihlal edilmektedir. Biz tüm insanların, insanlık onurunu koruyup eşit ve özgür yaşayabildiği, insan hakları ihlallerinin bulunmadığı bir ülkeyi arzuluyoruz.   -Adana Barosu olarak OHAL ve KHKlarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?   15 Temmuz’un ardından ‘hak ve özgürlüklere yönelik tehditler ortadan kaldırılacak’ denilerek ve “hiçbir dönemde bu kadar geniş özgürlükler olmadı” teziyle ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’larla yasama meclisi TBMM devre dışı bırakıldı, hak ve özgürlükler birer birer ortadan kaldırıldı. Son kararnameler ile yine TBMM devre dışı bırakılarak ve yargı kararı olmaksızın 550 derneğin, 9 basın-yayın kuruluşunun kapatılması, toplamda 15 bin 550 kamu personelinin ihraç edilmesi hukuk devletinin şeffaflık ilkesine, basın özgürlüğüne, sivil örgütlenme hakkına açıkça aykırıdır. Bu kararnameler ile terörle mücadele adı altında toplumun farklı sesleri ve muhalif kimlikleri ile ön plana çıkan isimleri cezalandırılmaktadır. KHK’lar ile yargı denetiminden kaçırılarak yapılan idari işlemlerle yeni mağduriyetler yaratılmamalıdır. Dileğimiz ve beklentimiz OHAL’in bir an evvel kaldırılarak ülkemizin olağan günlerine dönmesi, hukuka açıkça aykırı olarak kalıcı düzenlemeler öngören KHK’ların iptal edilmesi ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin asli unsuru yasama meclisi TBMM’nin inisiyatifi ele alması ve yaşanan hukuksuzluklara son verilmesidir. -Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Ekleyeceğimiz hususlar tabikii var. Ülkemizin ve insanımızın büyük acı ve gözyaşı döktüğü 2016 yılının olumsuz ve karanlık havasının 2017 yılında umutlu ve aydınlık günlere bırakmasını diliyorum. Bunun yolu evrensel kurallara uygun hukuk devletini, şeffaf ve denetlenebilir yönetim anlayışını, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanmasından geçmektedir. Ülkemizin her gün olumsuz ve acı haberlere, terör saldırılarına maruz kalmadığı, sınır güvenliğinin sağlanarak iç barış ve huzurumuzun tesis edildiği, insanımızın korkulardan arınarak olağan günlerine dönmesi en büyük dileğimizdir.

 

 

Adana Barosu Başkanı Avukat Veli Küçük, Reina katliamının ayrıştırmayı hedefleyen ağır bir provakasyon olduğunu söyledi.

“HEDEFLERİ PARÇALAMAKTIR”

Başkan Küçük, “Reina eğlence mekanına uzun namlulu silahla ve el bombası ile düzenlenen terör saldırısında 39 insanımız hayatını kaybetti, 65 kişi de yaralandı. Bu saldırı tek başına sıradan bir terör saldırısı değil, toplumsal hassasiyetlerimizin üzerinden giderek, fay hatlarımızı harekete geçirmeye yönelen, yılbaşı kutlaması tartışmaları üzerinden halkımızı ayrıştırmayı ve parçalamayı hedefleyen ağır bir provokasyondur” dedi.

“BARIŞIN TESİS EDİLMESİ

EN BÜYÜK DİLEĞİMİZDİR”

Büyük acı ve gözyaşıyla geçen 2016’nın  karanlık havasının 2017’de aydınlığa dönmesinin yolunun hukuk devleti, şeffaf, denetlenebilir yönetim anlayışı ve yargı bağımsızlığı ile tarafsızlığının sağlanmasından geçtiğini belirten Küçük, “Ülkemizin acı haberlere, terör saldırılarına maruz kalmadığı, sınır güvenliğinin sağlanarak iç barış ve huzurumuzun tesis edildiği, insanımızın korkulardan arınarak olağan günlerine dönmesi en büyük dileğimizdir” diye konuştu.

 

Adana Baro Başkanı Veli Küçük ile   Reina katliamı, yeni Anayasa ve Başkanlık sestemi, 2017’den beklentiler, temel hak ve özgürlükler gibi ülke ve kent gündemiyle ilgili konuştuk.

 

 

Türkiye yeni yıla nasıl girdi?

 

Her yeni yıl, yeni başlangıçları ve umutları beraberinde getirmektedir. Biz de ülkemiz, yaşadığımız coğrafya ve dünyamız için aydınlık güzel günleri umut ederek girmiştik. Ancak, Ülkemizde halen şehit haberleri gelmekte, birçok demokrasi ve insan hakları ihlalleri yaşanmakta, her gün birçok insanımızı terör saldırılarında ve iç çatışmalarda kaybetmekteyiz.

2017'ye yine terörle, can kaybıyla, acıyla ve gözyaşıyla girdik. Son günlerde Diyanet İşleri Başkanının beyanlarında ve Cuma Hutbesinde  geçen “Yeni yılı kutlamak günahtır” söylemleri tartışılırken, aynı zamanda Akit ve Milli Gazetede sürmanşette yer alan haberler ve tartışmalar ile insanlarımızın yaşam biçimleri tartışma konusu yapılmıştır.

 

İstanbul Ortaköy'de bulunan Reina eğlence mekanına uzun namlulu silahla ve el bombası ile düzenlenen terör saldırısında 39 insanımız hayatını kaybetti, 65 kişi de yaralandı. Bu saldırı tek başına sıradan bir terör saldırısı değil, toplumsal hassasiyetlerimizin üzerinden giderek, fay hatlarımızı harekete geçirmeye yönelen, yılbaşı kutlaması tartışmaları üzerinden halkımızı ayrıştırmayı ve parçalamayı hedefleyen ağır bir provokasyondur.

 

Saldırganın yakalanarak olayın bir an evvel aydınlatılması, arkasındaki güçlerin ortaya konulması, istihbarat zaafiyeti ve tedbir alma yönünden ise yetkililerin, kamusal görev ve siyasi sorumluluk noktasındaki kişilerin artık istifa etmeleri hukuk devleti ve demokrasi adına olması gerekendir.

 

2017 yılından beklentimiz; üstünlerin değil, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu, evrensel kurallara dayalı hukuk devletinin yaşama geçtiği, hiçbir hukuksuzluğun yaşanmadığı, demokrasinin tüm kurul ve kurallarıyla işletildiği bir yıl olmasıdır.

İç barışın sağlandığı, terörün, acının,  kanın ve gözyaşının olmadığı huzurlu ve umutlu bir ülke olmayı diliyoruz. Yeni yılın insanlığa sağlık, barış, huzur, mutluluk, eşitlik ve özgürlük getirmesini arzuluyoruz.

İnsanımızın özgürce ve refah içinde yaşayabilmesi, devletin birliği için 80 milyon yurttaşımızın her türlü ayrımcılıktan korunması ve kucaklaşması, bunun için çoğulcu ve katılımcı demokrasi mutlaka yaşama geçmelidir. OHAL ile yönetime bir an evvel son verilip, meclis iradesi hakim kılınmalıdır. Toplum vicdanının yaralanmaması ve adalet için, suçlunun suçsuzdan, haklının haksızdan ayrılabilmesi için siyasi iktidarın etkisinden ve gölgesinden uzak bağımsız bir yargıya duyulan ihtiyaç bugün çok daha fazladır.

Yurttaşın devletine, inanması ve güvenmesi için adil yargılanma hakkının yaşama geçmesi, bağımsız, tarafsız, avukatın etkin olduğu, şeffaf, denetlenebilir, hesap verebilen bir yargının inşası zaruridir.

 

-Adana Bölge Adliye Mahkemesi Gaziantep’e, Bölge İdare Mahkemesi de Konya’ya bağlandı. Bu mahkemelerin tekrar Adana’ya taşınma olasılığı var mı?

 

29. Dönemde göreve başladıktan sonra ilk ve en önemli çalışmamız, daha evvel Adana’da faaliyete geçmesi kararlaştırılan, binası dahi tamamlanan Bölge Adliye Mahkemelerinin yeniden ve bir an evvel faaliyete başlamasıdır. Bunun için Adana milletvekilleri, iktidar partisi ve katkı sunabilecek kurumlarla Adalet Bakanlığı nezdinde yürüttüğümüz girişimler sonucunda Adana Bölge Adliye Mahkemelerinin yeniden açılması ile ilgili bu ay içerisinde konu Hakimler Savcılar Yüksel Kurulu (HSYK) gündemine gelecek, olumlu bir karar verilecektir.  Beklentimiz ve isteğimiz bir an evvel faaliyete geçmesidir.

Türkiye’nin en çok dosya sayısına sahip üçüncü büyük Bölge İdare Mahkemesi’nin Adana’dan alınıp, Adana’nın Konya’ya Bölge İdare Mahkemesi’ne bağlanması büyük bir talihsizliktir.

Bu durum Adana’nın yıllara dayalı sahipsizliğini ve gördüğü üvey evlat muamelesini bir kez daha ortaya koymuştur. Bununla ilgili de çalışmalarımız ve girişimlerimiz de devam etmektedir. Önümüzdeki günlerde dosya sayısı ve işleyişe göre Adana Bölge İdare Mahkemesinin yeniden faaliyete geçmesi gündeme gelecektir.

 

-Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemine karşı ne düşünüyorsunuz?

 

Anayasa metinleri toplumsal uzlaşma ile oluşturulmalıdır.

1982 Anayasası darbe sonrasında yapılmış ve 17 kez değişikliğe uğramış bir yamalı bohça gibidir. Bugün ülkemizde sivil unsurların, toplumun tüm kesimlerini içerisine alacak ve uzlaşıyla yapılacak bir Anayasa ön plana çıkarılmalıdır. TBMM’de parmak çoğunluğuna dayalı bir metnin esas alınması mümkün değildir. Ülkemizin bugünün temel sorunu sistem veya yönetim modeli değildir. İçerisinden geçtiğimiz terör ve toplumsal çatışma ekseninde yapılması gereken kuvvetler ayrılığına dayalı, birbirinin dengeleyicisi ve denetleyicisi olacak yasama, yürütme ve yargı esasına dayalı parlamenter sistemi, demokratik katılım anlayışı ile işletmek ve bu anlayışa uygun sivil anayasayı yaşama geçirmektir. Başkanlık sistemine veya güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemi ülkemizin 93 yıllık kazanımlarına, büyük önderimiz Atatürk’ün ilkelerine uymayacaktır. Ülkemiz bugüne kadar kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter rejimin herhangi bir zararını görmemiştir. Bu nedenle, farklı bir yönetim sistemi veya rejimi ülkemizin geleceği adına uygun bulmuyoruz. Aksi yöndeki yaklaşımlar bugün ülkemizde güncel olarak yaşadığımız  hukuk devleti olmayı bırakalım kanun devleti dahi olamamız sorununu, parti devleti uygulamalarını daha da derinleştirecek ve otoriter-totoliter bakış açısını daha yaygın hale getirecektir. Ülkemiz rotasını muassır medeniyetler yönünde devam ettirmek istiyorsa katılımcı bir yaklaşım, demokratik anlayış, Atatürk İlke ve Inkılaplarına bağlı, halk iradesinin en yüce tecelli noktası meclisi ön plana çıkartan parlamenter sisteme sahip çıkmalıdır.

Başkanlık sisteminde ısrar edilmesi Türkiye'yi demokratik uzlaşma zemininden uzaklaştıracak, ülkemizin iç barışını zedeleyecek, çatışmayı ve kutuplaşmayı körükleyecektir.

Çözüm, bir an önce, toplumun  tüm katmanlarının eşit bir biçimde katılacağı,  özgür bir tartışma ortamı yaratılarak; eşitlikçi, özgürlükçü, cinsiyet eşitliğine ve kadınların eşit temsiline dayalı, ayrımcılığın her türüne karşı duran, her anlamda çoğulcu bir yaşamı mümkün kılan ve demokratik bir yönetime geçişi sağlayacak yeni bir anayasa yapımından geçmektedir.

 

-Son olarak Ahmet Şık tutuklandı. Bu tutuklamaları nasıl karşılıyorsunuz? Türkiye basın özgürlüğü var mı?

 

Gazeteci Ahmet Şık,  İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir soruşturma kapsamında, Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından perşembe günü gözaltına alındı. İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince "FETÖ, DHKP-C, PKK propagandası yaptığı" iddiasıyla tutuklandı. Tamamen hukuksuz bir karar. Tutuklanan aslında gazeteciliktir ve haberciliktir.  Dava sonuçlanıncaya kadar takipte olacağız. Ne yazık ki, sorgulayan, soru soran ve araştıran kimliğiyle ön plana çıkan insanlara tahammül gösterilemiyor.

Bugün sadece Ahmet Şık değil gazetecilik tutuklandı. Ahmet Şık'ın cezaevine girmesiyle birlikte tam 149 gazeteci cezaevinde bulunmaktadır.

 

Ahmet Şık, Mart 2011'de de, 'FETÖ' soruşturmasında hakkında yakalama kararı bulunan ve yurt dışına kaçan eski savcı Zekeriya Öz'ün yürüttüğü Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanmış ve gazeteci Nedim Şener'le birlikte 375 gün cezaevinde kalmıştı. Ahmet Şık, Fethullah Gülen cemaatinin devletteki yapılanmasına ilişkin olarak kaleme aldığı, ancak henüz yayımlanmamış olan "İmamın Ordusu" kitabı gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı.

Temmuz ayında darbe girişimi bastırıldıktan sonra bağımsız medyaya yönelik saldırılar basın özgürlüğü üzerinde bir yıldan uzun süredir devam eden baskıların ne denli yoğunlaştığını bir kez daha gösterdi. Basına yönelik sansür ise çok daha uzun süredir devam etmektedir.

Türkiye’de son yıllarda, gazetecilerin terör, kamu görevlilerine hakaret veya devlete karşı işlenen suçlar gibi suçlamalarla kovuşturulmaları; gazetecilere ve medya organlarına yönelik tehditler ve fiziksel saldırılar; siyasi iktidarca editöryel bağımsızlığa müdahale etmesi ve eleştirel gazetecilerin işten atılması için medya kuruluşlarına baskı yapılması; özel medya şirketlerine el konulması; ve para cezaları, dağıtımın kısıtlanması ve eleştirel televizyon kanallarının kapatılması; online haber sitelerinin engellenmesi ve genel olarak internete erişimin kapatılması dikkat çekiyor. Bu şartlar altında Türkiye’de basın özgürlüğünden söz etmek mümkün değildir.

Ahmet Şık’ın twitter üzerinden paylaştığı mesajlar esas alınarak tutuklandığı bir ortamda, insanlarımızın yaşayış biçimi üzerinden, “yılbaşı kutlaması günahtır” bakış açısı ile halkı ayrıştırmaya, kin ve düşmanlığa sevk eden yayınlara, gazetelere ve diyanet görevlilerine herhangi bir yasal işlem yapılmaması çifte standardın ve ayrımcılığın en belirgin örneğidir. 

 

-Türkiye hukuksal anlamda, temel hak ve özgürlükler konusunda nerede?

 

İnsan haklarının temelini, 10 Ocak 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 4 Kasım 1950 tarihli İnsan Hakları Sözleşmesi oluşturmuştur. Bu beyanname ve sözleşmede yaşama hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, düşünce, din, inanç, ibadet ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğüne verilmiştir. Bunlar bizim anayasamızda da yer almaktadır.

 

Anayasamızın 12. maddesince kişiliğine bağlı, dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Bugün insanlarımızın en temel hakları olarak gördüğümüz yaşam hakları, ifade özgürlükleri, itiraz hakları, adil yargılanma hakları, savunma hakları, çevre hakları, sağlıklı olma hakları, eğitim hakları gibi en temel hakları ihlal edilmektedir. Biz tüm insanların, insanlık onurunu koruyup eşit ve özgür yaşayabildiği, insan hakları ihlallerinin bulunmadığı bir ülkeyi arzuluyoruz.

 

-Adana Barosu olarak OHAL ve KHKlarla ilgili düşünceleriniz nelerdir?

 

15 Temmuz’un ardından ‘hak ve özgürlüklere yönelik tehditler ortadan kaldırılacak’ denilerek ve “hiçbir dönemde bu kadar geniş özgürlükler olmadı” teziyle ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK’larla yasama meclisi TBMM devre dışı bırakıldı, hak ve özgürlükler birer birer ortadan kaldırıldı.

Son kararnameler ile yine TBMM devre dışı bırakılarak ve yargı kararı olmaksızın 550 derneğin, 9 basın-yayın kuruluşunun kapatılması, toplamda 15 bin 550 kamu personelinin ihraç edilmesi hukuk devletinin şeffaflık ilkesine, basın özgürlüğüne, sivil örgütlenme hakkına açıkça aykırıdır.

Bu kararnameler ile terörle mücadele adı altında toplumun farklı sesleri ve muhalif kimlikleri ile ön plana çıkan isimleri cezalandırılmaktadır. KHK’lar ile yargı denetiminden kaçırılarak yapılan idari işlemlerle yeni mağduriyetler yaratılmamalıdır.

Dileğimiz ve beklentimiz OHAL’in bir an evvel kaldırılarak ülkemizin olağan günlerine dönmesi, hukuka açıkça aykırı olarak kalıcı düzenlemeler öngören KHK’ların iptal edilmesi ve kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin asli unsuru yasama meclisi TBMM’nin inisiyatifi ele alması ve yaşanan hukuksuzluklara son verilmesidir.

-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Ekleyeceğimiz hususlar tabikii var. Ülkemizin ve insanımızın büyük acı ve gözyaşı döktüğü 2016 yılının olumsuz ve karanlık havasının 2017 yılında umutlu ve aydınlık günlere bırakmasını diliyorum. Bunun yolu evrensel kurallara uygun hukuk devletini, şeffaf ve denetlenebilir yönetim anlayışını, yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanmasından geçmektedir.

Ülkemizin her gün olumsuz ve acı haberlere, terör saldırılarına maruz kalmadığı, sınır güvenliğinin sağlanarak iç barış ve huzurumuzun tesis edildiği, insanımızın korkulardan arınarak olağan günlerine dönmesi en büyük dileğimizdir.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve egemengzt.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.