Hukuk, toplumun veya hükümetlerin davranışı yönetmek için geliştirdiği kurallar
sistemini ifade ederken, adalet eşitlik, hak ve ahlaka dayalı bir kavramı niteler. “Hukuk”
ve “Adalet” arasındaki temel fark budur.
En önemlisi, adalet her şeyin adil ve doğru olduğu, hukuk ise adalete hizmet etme aracı
olduğu bir kavramdır.
Hukuk ve adalet nedir kısaca?
1. (Birinci anlamda) adalet, pozitif hukukun onaylanmasını ve onun doğru bir şekilde
uygulanmasını ifade eder. (Buna göre) hukukun belirlediği her şey uygulanmalıdır.
Hukuk, ondan keyfi sapmalara karşı korunmalıdır. 2. Bunun dışında adalet, hukukun
nihai amacını ifade eder.
Hukuk ve Adalet Karşıtlığı:
Olağan koşullarda ya da en uygun koşullarda adaletin hukuk yoluyla gerçekleşmesi
beklenir: hukuk adaleti gerçekleştirmeli, adalet hukukta gerçekleşmelidir.
Normal koşullarda insanları birbirine yakınlaştırması gereken hukuk az gelişmiş
ülkelerde ayrımcılığın kaynağı haline gelmiştir. Az gelişmiş ülkelerde hukuk iktidara
yakın olanları koruma, muhalefettekileri cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır.
Yaygın bir kuralsızlık ortamında az gelişmiş ülkelerde suç oranlarında patlama
yaşanmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde; günümüzde yönetmek; adeta haksızlığı,
usulsüzlüğü, yolsuzluğu, suçu yönetmek haline gelmiştir. Özellikle siyasi iktidarlar
toplumda var olan ayrışmaları ve çatışmaları azaltmak ve yumuşatmak yerine
yoğunlaştıran bir siyaset yapma tarzını benimsemiş durumdadırlar.
Kurallara uymak için toplumda temel doğrular ve yanlışlar konusunda bir uzlaşma
olmadığından bireylerin ve toplulukların başkalarına zarar verici davranışlardan
kaçınmaları sağlanamıyor. Adalet sistemi düzgün işlemiyor. Toplumda adalet duygusu
alabildiğine zedelenmiştir. Hukukun, kuralların yerine keyfi yönetim anlayışı geçmiş
durumdadır. Sadece siyasi otoritede değil, birçok yerde böyle işlemektedir.
Az gelişmiş ülkelerde siyasi iktidarın toplumda var olan ayrışmaları ve çatışmaları
azaltmak ve yumuşatmak yerine yoğunlaştıran bir siyaset yapma tarzını benimsemiş
olması düşük güvenin, mutsuzluğun, huzursuzluğun, manevi ya da moral zayıflığın
başlıca nedenlerinden birisi haline gelmektedir.
Dünyadaki az gelişmiş ülkelerin uluslar arası kuruluşlarca hazırlanan birçok rapora göre
dünyanın en karamsar ve mutsuz ülkelerinden biri haline geldiğine dikkat çekiliyor.
Adeta toplumsal ve psikolojik çöküşe doğru sürükleniyoruz. Güçlü geleneksel ve dini
bağlar, değerler, kimlikler hızla aşınmaktadır. En önemli neden yaşamın büyük ölçüde
paraya bağlı hale gelmesidir.
Geçim için, refah için, statü için; insanlar arasındaki ilişkilerde maddi boyut, yarar,
kazanç, çıkar haliyle çok önem kazanmıştır. Kentleşme, eğitim, konut, yaşam tarzı,
ulaşım, iletişim, iş, eğlence; tüm bu alanlarda yaşanan değişiklikler aileyi de toplumu da
derinlemesine etkilemektedir. Kırsal kesimlerde bile sosyal ilişkiler, kültürel değerler,
gelenekler eski gücünü kaybetmektedir.