Kimi zaman bir yemeğin buğusunda, kimi zaman bir türkünün hüznünde saklıdır tarih. Kültür dediğimiz şey, yalnızca taşlarla örülen bir geçmiş değil, insanın ruhuna sinmiş bir mirastır. İşte, Arap Aleviler de bu mirasın en önemli taşıyıcılarından biridir.
Adana’dan Mersin’e, Hatay’dan Antakya’ya uzanan coğrafyada, mutfaktan sanata, dilden inanca kadar pek çok unsurun temelinde Arap Alevilerin izleri vardır. Ama mesele yalnızca kültürel katkılar değil; mesele, bir toplumun varoluşunu nasıl şekillendirdiğidir.
Tarih boyunca Arap Aleviler, modernitenin, laikliğin, demokrasinin ve hoşgörünün savunucusu olmuştur. Yaşadıkları şehirlerde hiçbir zaman ayrıştırıcı değil, birleştirici olmuşlardır. O yüzden bugün herhangi bir olumsuzlukta, kriminal bir olayda onların adını duyamazsınız. Onlar, tarih boyunca şehrin mimarisine, ruhuna ve vicdanına katkı sunan bir toplum olarak var olmuştur.
Peki, neden Arap Aleviler üzerine konuşmalıyız? Çünkü dünyanın gittiği yön ortada. Kutuplaşmanın, ayrımcılığın, ötekileştirmenin giderek arttığı bir dönemde, toplumsal barışın kıymetini hatırlamak zorundayız. Arap Aleviler, sadece bu topraklarda değil, dünyanın her yerinde demokrasi ile barışık nadir topluluklardan biridir. Cumhuriyet değerleriyle harmanlanmış bir kimliği yaşatmaları, onların geçmişin değil, geleceğin bir parçası olduğunu gösteriyor.
Bugün Ortadoğu’da din adına yapılan zulümler, mezhep savaşları ve kan döken ideolojiler arasında Arap Aleviler, kendi inançlarını koruyarak var olmayı başarmış bir toplumdur. Kendi içlerinde bir düzen kurmuş, dış dünyaya karşı ise hoşgörüyle yaklaşmışlardır. O yüzden bu toplumu sadece etnik veya dini kimliğiyle değil, onların yarattığı kültürel değerlerle anmalıyız.
Eğer bir toplumun değerini anlamak istiyorsanız, onun geçmişine değil, bugününe bakın. Bugün Arap Aleviler hâlâ sanatın, gastronominin, kültürel mirasın içinde yer alıyorsa, hâlâ yaşadıkları şehirlerde güvenin ve huzurun bir parçası olmuşlarsa, işte asıl miras budur.
Tarih, onları yazmak zorunda. Ama biz, onları anlamak zorundayız.