06 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen Kahramanmaraş&Hatay merkezli depremin
üzerinden iki yıl geçmesine rağmen halen yaraların sarılamadığını ve insanların birçok
sorunla baş başa kaldığını gözlemlemekteyiz.
Türkiye, pek çok afet türünün önemli sıklıkta yaşandığı bir ülke. Deprem, heyelan, sel,
çığ gibi birçok doğa kaynaklı afetin yanı sıra jeopolitik konumu nedeniyle beşeri kaynaklı
afet diyebileceğimiz insani krizlerle de sıkça karşı karşıya kalabiliyor.
Afet bölgeleri nelerdir?
“Yangın afet bölgesi”, yangından etkilenen bölgeyi, “sel afet bölgesi”, selden etkilenen
bölgeyi, “deprem afet bölgesi” ise depremden etkilenen bölgeyi ifade etmektedir. İlgili
yönetmeliğe göre uygun şartların bulunması durumunda bölge, “genel afet bölgesi” ilan
edilmektedir.
Deprem bölgesinde yaşayanların yaşanan deprem sonrasında yoğun bir şekilde başka
illere göç ettiği ve bunların ne kadarının tekrar yaşadıkları yerlere dönecekleri belirsizdir.
Bunda belirleyici olacak temel unsurlardan biri, bölgenin yeniden inşasında devletin
başarı düzeyi olacaktır.
Afetlerden korunmak ve afetleri daha iyi yönetebilmek için kaderci yaklaşımlardan
ziyade bilimsel gelişmeler temelinde yönetim mekanizmalarını güçlendiren yerlerde
afetler karşısında sosyal dayanıklılık seviyeleri daha yükseğe çıkarılabilir.
İçinde yaşayanları öldürmeyecek binaların ve doğa olaylarına dirençli şehirlerin inşası,
ülkedeki mühendislik-mimarlık eğitimlerinin kalitesinden tutun da, başta meslek örgütleri
olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının bu süreçlere aktif katılımına varıncaya kadar
birçok unsurla yakından ilgilidir.
Deprem bir toplumsal sorundur. Toplumsal sorunlara karşı yürütülen mücadelede
atılacak en önemli adım “bu artık böyle gitmez” diyebilmekten ve toplumsal sorunlara
karşı kapsayıcı ve katılımcı siyasi politikalar üretmekten geçer.
Deprem ardından göçe bağlı olarak şehirlerin demografik yapısının değişimi
konusundaki kaygının Antakya örneğinde daha çok dile getirildiğine tanık olduk.
Antakya’da yerleşik nüfusun azalması, Suriyeli nüfusun artması bir risk olarak
gazeteciler tarafından açıkça dile getirilmiş durumda. Bu ayrılıkçı söylemlerin toplumsal
barışı ve toplumsal içermeyi yeniden tesis etme sürecine olumlu bir fayda
sunamayacağı apaçık ortadadır.
Afetlerin yıkıcı etkileriyle mücadelede, iyileşme sürecinde toplumsal bağlar oldukça
önemli rollere sahiptir. Depremle yıkılan kentleri yeniden ve daha sürdürülebilir olarak
inşa ederken kapsayıcı ve katılımcı söylemler ile politikalar geliştirmek vazgeçilmezdir.
Afetlere ve krizlere karşı daha dayanıklı olmak siyasi gücün merkezileşmesi ve tek bir
elde toplanmasıyla mı yoksa yerel yönetimlerin ve yerel toplulukların güç kazandığı bir
yapı ile mi olanaklı olabilir sorusu Kahramanmaraş&Hatay merkezli depremde açık
olarak yanıt buldu.
Deprem sonrasında gördük ki siyasi gücün merkezileşmesi ve yerel yönetimlerin izole
edilmesi afet yönetiminde başarı getirmiyor. Bu çerçevede merkezileşme ve yerelleşme
arasındaki gerilimlerin masaya yatırılması her zamankinden daha önemli bir gündem
maddesi olarak önümüzde duruyor.
Ülkeyi yöneten idarenin şehirlerde hayatı nasıl yeniden başlatabiliriz diye kafa yorup
kapsamlı bir program hazırlayarak mera ve ormanlık alanlarda acilen kalıcı konut
yapımına hemen başlaması ve evsiz kalan halkın yaşayabileceği konutları bir an önce
tamamlaması ve teslim etmesi gerekmektedir.
Öncelik, fabrikalarda ve iş yerlerinde hasar tespitinin bir an önce tamamlanarak
şehirlerin yeniden hayata dönmesi olmalıdır. Geçici barınma merkezleri ve tedarik
zincirleri kısa sürede yapılabilir. Depremde zarar gören ilçelerin sosyoekonomik
gelişmişlik endeksinde geri sıralarda yer alıyor olması unutulmamalı. Kulakları olup
duymayan, gözleri olup görmeyen medya hiç olmazsa bu konularda gerçek dışı
haberler yapmamalıdır.